Ekonomi profesörü Uysal'dan Türkiye fotoğrafı: Kurlarda yaşanan yerli yapımı!

16 Aralık 2021 Perşembe   10:28

Efe Can TAN/GERÇEKİZMİR - Döviz kurunda bir türlü önlenemeyen yükseliş, ardı arkasın kesilmeyen zamlar... Türkiye yeni yıla büyük bir ekonomik krizle girmeye hazırlanıyor. Temel gıda ürünlerine ulaşımın bile zora girdiği ortamda gözler asgari ücret kararına çevrilirken, uzmanlar alım gücü yükselmedikçe yapılacak yüksek zammın da çözüm olmayacağını savunuyor. 

Yaşananların gölgesinde Türkiye ekonomisinin fotoğrafını çeken Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Profesör Doktor Yaşar Uysal son dönemde konuşulan ‘ekonomide Çin Modeli’nin ne olduğuna ve Türkiye’de uygulanıp uygulanamayacağına, dövizdeki yükselişin ‘dış güçlerin’ işi mi olduğuna ve iktidar değişmesi durumunda ekonominin düzelme eğilimine girip girmeyeceğine dair konuştu. 

Prof. Dr. Uysal, ‘Çin Modeli’ için Türkiye’nin geç kaldığını söylerken, iktidarın sık sık dile getirdiği ‘dövize dış güçler müdahale ediyor’ argümanının tersine ‘’kurlarda yaşanan gelişmeler yerli yapımı’’ diyor. 

''ORTAK YAPIM BİR OLUMSUZ EKONOMİK İKLİM''

- Döviz kurlarındaki tarihi rekorlar, hayat pahalılığı, bir çok ürün ve hizmete gelen zamlar, Merkez Bankası’nın 4 kez dövize müdahalesi ve Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın görevinden ayrılması ışığında Türkiye ekonomisi hakkındaki genel bakışınız nedir?

Türkiye ekonomisinde uzun süre, en azından 2003-2014 döneminde, döviz kurları olması gerekenden düşük kalmıştı. Bu gelişme Türkiye’de yüksek faiz-düşük kur politikası olarak tanımlanmaktadır. Kanımca bu bir tercihten öte fiili bir durumdu. Bir başka ifadeyle Türkiye’de enflasyonun yüksek olmasına bağlı olarak faizler küresel düzeye oranla oldukça yüksekti. Bu arada önce 2000-2007 arasında yüksek petrol fiyatlarına bağlı olarak (petro dolar bolluğu), 2008 sonrasında da finansal krizini aşmak için ABD ve AB’nin bastığı paralar küresel piyasaları adeta likiditeye boğmuştu. Bu likiditenin önemli bir kısmı yüksek getiri elde etmek için arayışa girmiş, gelişen piyasalara akmıştı. İşte bu süreçte küresel spekülatörler açısından Türkiye’ye yüksek faiz kazancı için gelmek cazip hale gelmişti. 

Bu kanal yanında bir taraftan özelleştirilen kuruluşları satın almak diğer taraftan da uygun konumu nedeniyle yeni yatırımlar için yabancılar Türkiye’ye doğrudan (üretken) yatırım amacıyla akın akın geliyordu. Ayrıca içerdeki yüksek faizler bankalar ve reel sektörü dışarıdan daha düşük faizle borçlanmaya itiyordu. Dolayısıyla olası üç kanaldan da, yani doğrudan yatırım, sıcak para (kısa vadeli spekülatif yabancı sermaye) ve borçlanma yoluyla Türkiye’ye döviz girişi çok artmıştı. Bunun sonucunda döviz bollaşmış, döviz kurları reel olarak gerilemiş, yani döviz ucuz (TL yapay olarak değerli) kalmıştı. Bu durum hem ithal malları ucuzlatmış hem de bankaların içeride kredi verme imkanlarını artırmıştır. Böylece halk bol kredi kullanarak harcamalarını gelirinin üzerine çıkarmıştı. Sonuç artan dış kaynak bağımlılığı, bol tüketim, yüksek cari açık, artan dış borçlar oldu. 

Bu süreç ve arkasındaki iklim 2015 sonrasında değişti. Türkiye gibi dış kaynak girişine bağımlı ve kırılgan ülkeler için artık mevsim sonbahardı. Kaynak girişi zayıflamaya başladı. Bu arada içeride yerel ve genel seçimler ile referandumlar nedeniyle politik konjonktür hep yüksek seyretti. Ekonominin gerektirdiği politika değişiklikleri bir türlü hayata geçirilemedi. Dış kaynak girişinin azalması, dış politikada ortaya çıkan zorluklar gibi nedenlerle ekonominin patinaj yapmaya başladığı bir dönemde pandemi ile karşılaşıldı. Bu durum tüm öncelikleri değiştirdi ve ekonomideki anlayış ve politika değişikliği bir başka bahara kaldı. Ayrıca bu süreçte satışı değil de varlığı/gölgesi çok önemli olan döviz rezervlerinde ciddi bir erime yaşandı. 

Kısaca ifade etmek gerekirse gelinen noktada Türkiye ekonomisi ve dolayısıyla tüm vatandaşlar ekonominin hem iç hem de dış/küresel gelişmelerden beslenen sorunlarıyla karşı karşıya kaldılar. Yaşanan zorluklarda hem değişimin dinamiklerini okuyamayan ekonomi yönetiminin, hem gelirinden fazla tüketmeyi normalleştiren vatandaşların hem de küresel bilgi çağına hazır hale gelemeyen firmaların rolü olduğu söylenebilir. Yani ortak yapım bir olumsuz ekonomik iklimdeyiz sanki...

‘’ÇİN MODELİ İÇİN ZAMAN GEÇ’’

-Son dönemde dile getirilen ekonomide Çin modeli nedir? Türkiye’de uygulanabilir mi?

Çin modeli Türkiye’de 2002 sonrası dönemde uygulanan modelin tam tersidir. Bu model; öncelikle ucuz emekle, emek-yoğun ürünleri ucuza üretmeyi ve ayrıca ulusal parayı düşük değerli (dövizi aşırı değerli) tutarak ihracatı artırmayı, böylece de ihracatla büyümeyi amaçlamıştır. Bunda da başarılı olmuştur. Ancak Çin’nin artık sadece emek yoğun değil, inovatif ürünler de ürettiğini, 30-40 yıldır uyguladığı modeli değiştirmeye çalıştığını görüyoruz.

Bugünün Türkiye’sine baktığımızda, emeğin son derece ucuz hale geldiğini, TL’nin de tarihi en düşük değerlerine düştüğünü görüyoruz. Nitekim 200 dolar ile asgari ücret hem Avrupa’nın en düşük düzeyine gerilemiş hem de Çin’in bile gerisine düşmüştür. TL’nin döviz karşısındaki değerini gösteren reel kur endeksi Kasım ayı sonunda, 1994 sonrasının en düşük düzeyine, 54’e gerilemiştir. Dolayısıyla Çin’in büyüme modelinde kullandığı temel araçlar halihazırda Türkiye için geçerli hale gelmiştir. 

Ancak, Türkiye demokratik bir ülkedir. Halkı uzun süre fakirleştirerek ihracatı artırmak kolay değildir. Ayrıca halk oldukça zorlu bir pandemi sürecinden çıkmıştır. Enflasyon nedeniyle halkın satınalma gücü önemli ölçüde gerilemiştir. Hem kur artışlarının getirdiği uygun fiyat hem de navlun avantajına sahip olması nedeniyle Türkiye’nin ihracatı da artmaktadır. Dolayısıyla model Türkiye’de işliyormuş gibi görünmektedir. Bununla birlikte kanımca Türkiye’nin sosyal ve politik yapısı ile siyasi konjonktürün yükselecek olması bu modelin sürdürülebilirliğini azaltmaktadır. Ayrıca halkını fakirleştirerek büyüme modelini Türkiye 1980’lerin başlarında kullanmış ve sürdürememişti. Özetlemek gerekirse Çin modeli için zamanın geç, politik koşulların zorlu, sosyolojik iklimin ise uygun olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. 

‘’TCMB PİYASADAN KOPUK KALACAK’’

- Merkez Bankası faiz düşürme kararlarını devam ettirebilir mi? Ettirmeli mi?

Siyaset yapmak, tercih yapmaktır. Hayatın her alanında olduğu gibi, yapılan her bir tercih olası diğer seçenekleri dışarıda bırakmaktır. Ekonomi yönetiminin bir unsuru olarak TCMB Para Politikası Kurulu önceliklerine ve beklentilerine göre bir tercih yapacaktır. Yapacakları tercihin getirisinin maliyetinden daha fazla olacağını düşünerek karar alacaklardır. Bizlere de bu kararın sonuçlarını, artılarını ve eksilerini değerlendirmek düşecektir.

Halihazırda TCMB politika faizi, yani bir haftalık repo faizi yüzde 15 düzeyindedir. TÜFE enflasyonu yüzde 21, ÜFE enflasyonu yüzde 55 düzeyindedir. Aralık sonunda TÜFE enflasyonunun yüzde 30’lar düzeylerine gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Bu koşullarda Merkez Bankasının politika faizini yüzde 15 düzeyinde sabit tutması ya da yüzde 14’e düşürmesi veya yüzde 16’ya çıkarması çok da önem taşımayacaktır. Zira mevduat faizi her halükarda negatif olacak, parasını TL’de tutan vatandaş yükselecek enflasyon nedeniyle gelecekte de zarar edecek, zarar etmek istemeyen döviz, altın veya gayrimenkule yönelmeye devam edebilecektir. Bu arada piyasada tahvil ve kredi faizlerinin de artması sürpriz olmayacaktır. Dolayısıyla TCMB adeta piyasadan kopuk bir konumda kalacaktır. Bu nedenle faiz kararı iktisadi pratiklerden daha çok psikolojik yani beklentiler boyutundan önem taşımaktadır. Karar sonrasında beklentiler iyileşecek veya kötüleşecek, bu da başta döviz kurları olmak üzere bir çok ekonomik göstergeye yansıyacaktır. 

‘MARKETLERDE FİYATLARIN ARTMAMASI ŞAŞIRTICI OLURDU’’

-Marketlerdeki yüksek fiyatlar nedeniyle zincir marketlere fahiş fiyat yaptırımları uygulanması hakkındaki görüşünüz nedir?

Marketlerdeki fiyat artışlarının fahiş olup olmayacağına ilişkin bir değerlendirme yapmaya imkan verecek verilere sahip değilim. Yani bu marketlerin ürünleri alış fiyatlarını, işletme maliyetlerini (kira, işgücü, enerji, nakliye, fire, finansman), satış fiyatlarını ve kar marjlarını bilmeden bir değerlendirme yapmak mümkün değil. Bu konuda yetkili olan ve oldukça iyi uzmanları ile bu durumu çok iyi değerlendirebilecek olan kurum, Rekabet Kurulu’dur. Rekabet politikası dersleri vermiş biri olarak incelemelerinin sonuçlarını ben de merakla bekliyorum.

Ancak, hem küresel hammadde ve navlun fiyatlarındaki büyük artış hem de kur artışları nedeniyle ithal girdi maliyetlerinin çok arttığı açıktır. İçerde de enerji (petrol, doğalgaz, elektrik) girdisi fiyatlarının, özellikle sanayiciler için, çok yüksek oranda arttığı bilinmektedir. Bunlardaki artış lojistik-nakliye maliyetlerinde de sıçrama yaratmıştır. Yılbaşıyla birlikte işgücü maliyetlerinin önemli ölçüde artacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla mevcut koşullarda marketlerdeki fiyatların artması değil artmaması şaşırtıcı olurdu. Ancak, daha önce de vurguladığım gibi, marketlerin fırsatçılık yapıp yapmadıklarını değerlendirmek için veri/bilgi gerekir.

Diğer taraftan en yüksek fiyat artışlarının mazot, benzin, LPG ile sanayiciye verilen doğalgazda olduğunu da unutmamak gerekir. Tarım Kredi Kooperatiflerinin satış mağazalarında da fiyatlar düşük değildir. Yani mesele sadece marketlerle ilgiliymiş gibi görünmemektedir. 

‘’ASGARİ ÜCRETTE YÜKSEK ARTIŞ ZORUNLULUKTUR’’

-Asgari ücretteki olası yüksek artış, ekonomiye ve piyasalara nasıl yansır? Halka nefes aldırır mı? 

Halkın satın alma gücü büyük oranda erimiştir. Asgari ücret ve kamuda çalışanlara düşük maaş artışı yapılması durumunda iç talepte ciddi daralma olabilecektir. Bu da ücretliler yanında küçük esnaf ile iç piyasaya üretim yapan, ihracat kapasitesi sınırlı işletmeleri zora sokacaktır. Dolayısıyla insanların satınalma gücü kayıplarının telafi edilerek temel ihtiyaçlarını karşılamaları ve iç talebin canlı tutulabilmesi için ücretlerde yüksek artış yapılması zorunluluktur. 

Ücretlerdeki artış ihracatçı firmaları daha az, iç piyasaya üretim yapan imalat ve hizmet işlemelerini daha çok zorlayacaktır. Halihazırda girdi ve lojistik maliyetlerinin yüksek oranda artmış olmasına ilave olarak gelecek yüksek ücret artışlarının işletmeleri olumsuz etkileyeceği açıktır. Ancak etkilenme düzeyi firmaların yapısına göre farklılaşacaktır.

Dolayısıyla her kesim az ya da çok ama mutlaka bir bedel ödeyecek gibi görünmektedir.

‘‘KURLARDA YAŞANAN GELİŞMELER YERLİ YAPIMI’’

-İktidar zaman zaman dövizdeki hareketlenmenin nedeni olarak dış güçleri gösteriyor ve bazı başka ülkelerin manipülasyon yaptığını öne sürüyor. Dış güçler veya başka ülkeler Türkiye’deki döviz hareketliliğine neden olabilir mi? 

Olabilir. Ancak kar motifiyle hareket eden, bulunduğu ülkede risk, başka bir ülkede ise fırsat gördüğünde oraya hareket eden spekülatörlere kızmak anlamlı bir tavır değildir. Zira, öyle yaptığı için sıcak para ya da spekülatif para olarak tanımlanmaktadır. Ülkeden gittiğinde kızılacak olan bir dış kaynağı içeriye almamak gerekir. 

Ayrıca Türkiye 1989 yılında sermaye hareketlerini serbestleştirmiştir. Böyle bir karar alıyorsanız bunun sonuçlarına da katlanmak durumundasınız. Ya da bu kararın olumsuz sonuçlar yaratmasına imkan vermeyecek dayanıklı bir ekonomik yapı ve makro iklim oluşturmanız gerekir. Yan etkisi olmayan bir ilaç olmadığı gibi yan etkisi olmayan bir ekonomi politikası da yoktur. 

Türkiye’de en fazla dış kaynak girişi 2002 sonrasında olmuştur. Yine dış kaynak girişinin olumlu etkilerinden en çok Ak Parti Hükümetleri etkilenmiştir. Geldiği için sevindiğin ve imkanlarından faydalandığı bir şeyin (dış kaynak) geri gitmesinden veya gelmemesinden şikayetçi olmak ya da suçlamak adil bir tavır değildir.

Türkiye 2002 sonrasında çok fazla dış kaynak girişine sahne olmuştur. Sorun daha çok gelen dış kaynağın niteliğinde ve bizim bu kaynağı kullanma biçimimizdedir. Zira gelen kaynakları doğru kullanıp toplam faktör verimliliğini ve nitelikli üretim kapasitesini gerektiğince artırmış olsaydık, ihracat artışı için paramızın değerinin düşmesine ve halkın fakirleşmesine gerek kalmayacaktı. Dolayısıyla 2021 yılında kurlarda yaşanan gelişmeler daha çok yerli yapımdır. 

’EKONOMİ MUCİZELERE KAPALI’’

-Türkiye’deki hayat pahalılığına ve dövizdeki yükselişe karşı çıkış yolu reçetesi ne olmalı?

Sihirli bir değnek ya da yöntem yok. Ekonomi mucizelere kapalı, akıl, bilim ve doğru yönlendirmelere açık bir alandır. Gelinen noktada ortada büyük bir fatura var. Çözümün niteliği tercihlere yani faturayı kime yükleyeceğinize bağlı. Kısa vadeli bir çıkış yolu önermek zor. Teknik olarak kısa vadede TCMB politika faizinin enflasyonun üzerine çıkarılması öneriliyor. Peki hangi enflasyon? Ne kadar reel faiz? Kanımca Türkiye’de gelinen noktada yüksek oranlı faiz artışının süreci tersine çevirebileceği aşama geride kalmıştır. 

Türkiye’nin acilen orta ve uzun vadeli, güven verecek yeni bir ekonomik programa ihtiyacı var. Umarım bu yapılabilir.

‘SEÇİMİN OLMASINA İHTİYAÇ VAR GİBİ GÖRÜNÜYOR’’

-İktidar değişirse piyasaların bir anda olumlu yönde eğilim göstermesi mümkün olur mu yoksa zamana mı ihtiyaç duyulur?

Kaza bir kez olduktan sonra şoförün değiştirilmesini konuşmak gibi bir şey bu. Ancak, iktidar değişse de değişmese de bir seçimin olmasına ihtiyaç var gibi görünüyor. Seçimleri mevcut iktidarın yeniden kazanması veya muhalefet kanadının iktidara gelmesi durumlarının nasıl bir etki yapacağına ilişkin değerlendirme yapmak kahinlik olacaktır. Bu bağlamda bir şey söylemek için seçim sonucunda oluşacak hükümeti, ortaya koyacağı anlayışı ve ekonomik programını görmek gerekir. Ancak kim olursa olsun işi kolay olmayacaktır. Zira birikmiş ve derinleşmiş çok sayıda sorun, kabarmış bir fatura ve de iyi bir program ile epey zamana ihtiyaç bulunmaktadır. 



Sayfa Adresi: http://www.gercekizmir.com/haber/Ekonomi-profesoru-Uysal-dan-Turkiye-fotografi-Kurlarda-yasanan-yerli-yapimi/105827