Başkan Soyer'le A'dan Z'ye: Ben bu iş için yaratılmışım!

25 Temmuz 2019 Perşembe   08:01

Sakin bir ilçeden, çoklu seslere sahip büyükşehire geldi. Geldiği yer bir anlamda fragmandı, asıl film burada çekilecek haliyle. Kimimiz devasa bütçeli/kadrolu film sahnesinde, kimimiz tribünlerde oturmuş izliyoruz. Beklentilerimiz yüksek. Hassasiyetlerimiz farklı. Heyecanlıyız, gerginiz, asabiyiz, hoşgörülüyüz, temkinliyiz, tecrübeliyiz, sabırlıyız, sabırsızız, sevgi doluyuz, küskünüz, kuşkucuyuz, ön yargılıyız, hepsi, hatta daha fazlası BİZİZ, İzmir’iz…

Koltuğa oturalı henüz 4 ay oldu. O, koltuğu/koltuğun sınırlarını/gücünü/aldıklarını/verdiklerini/vereceklerini test ediyor henüz; biz de onu…

Birbirimizi, o İzmir’i, biz de O’nu daha yakından tanıyacağız, 5 yıl var önümüzde. Tanımanın yollarından biri soru sormak. Bu kentin ona sorduğu sorular kadar; bizim de hem yurttaş, hem gazeteci olarak sorularımız olacak bu süreçte. Her zaman, zaman zaman.

İzlenimlerim köşemde, sorular ve cevapları burada…

GÖNÜL SOYOĞUL: Kendinizi nasıl ifade edersiniz? Belki sınır çizmek çok doğru değil ama sosyal demokrat, sosyalist, liberal… Dünyaya bakışınız hangi pencereden?

TUNÇ SOYER: Bu kategoriler çok sınırlayıcı oluyor aslında… Herhangi birinin içine sığdırmaya çalışmayı çok doğru bulmam ama en yakın olduğun derseniz; sosyal demokrasiye en yakın olduğumu düşünürüm Daha global anlamda da sol fikre diyeyim, sol perspektife, sol bakış açısına…

SOYOĞUL: Sakin Şehrin Soyer’i ile Büyükşehrin Soyer’i farklı… Çünkü?

SOYER: Ben çok emin değilim, çok farklı olduğumu düşünmüyorum. Sadece zaman daha az burada… Zaman baskısı daha çok, zamanı kullanma konusunda orada daha çok, daha büyük bir refah içindeymişim. Burada zaman bulma konusunda acayip bir yoksulluk çekiyorum. Yetiştiremiyorum. Zaman en büyük farklılık… Yoksa belediyecilik üç aşağı beş yukarı aynı şey, ölçek 40 bin de olsa 4 milyon da olsa belediyecilik çok değişmiyor. Ölçeğin büyüklüğü, sadece zamanı çok etkileyen bir şey… Onu söyleyebilirim. Yoksa ben herhangi bir değişiklik görmüyorum. Seferihisar için de aşk duyuyordum, burası için de aşk duyuyorum. Orada da kendimi feda edercesine çalışıyordum, burada da öyle çalışacağım. Değişen bir şey yok yani...

SOYOĞUL: ‘Çok farklı değil,  orada da belediye başkanıydım’ dediniz ama sizin için; ‘küçük bir ilçe, tecrübesi buraya küçük gelir, yetmez’ yorumları da yapılmıştı. ‘Çok farklı değil’ diyorsunuz ama bir taraftan da zamanı yetiştiremiyorsunuz. O zaman şöyle sorayım. Bu 100 günlük deney size, “Tamam ben bu iş için yaratılmışım, evet ben büyükşehir belediye başkanı olmalıymışım’ mı dedirtti?

SOYER: Aynen öyle…

SOYOĞUL: Yoksa içinizdeki ses ‘ya ne işim var, ne güzel sakin sakin orada, sularımda yüzüyordum’ mu dedirtiyor?

SOYER: Yok. Gerçekten İzmir beni hiç şaşırtmadı. Buranın hayalini ve bu postun, bu görevin hayalini kurarken düşündüğüm şey gerçek oldu. Benim için hiçbir sürpriz yok, şaşırtıcı hiçbir şey ile karşılaşmadım. Ne öngördüysem onu yaşıyorum. O nedenle çok mutluyum. O kadar mutluyum ki… Dediğim gibi tek defekt; zaman… Ama onu planlayacağımı da biliyorum. Şimdi adeta ayaklarım yerden kesilmiş, beni nereye sürüklerlerse oraya gidiyorum, bunun farkındayım. Ama bunu durdurmanın da mümkün olduğunu biliyorum, onun da farkındayım. Bunun için yapacağım çok küçük birkaç dokunuş yetecek. Yani şu anda yaşadığım bu zaman baskısını yaşamayacağım, çok kısa bir süre sonra…

SOYOĞUL: Bunun bir planlaması var elbet ama siz biraz anı yaşamayı istiyorsunuz galiba?

SOYER: Aynen öyle. Biraz sürüklesinler istiyorum. Oraya da gideyim, buraya da gideyim.

SOYOĞUL: ‘O duyguyu da yaşayayım, onu da kabul edeyim, bunu da göreyim.’ Bu biraz ‘çok mavi boncuk dağıtıyor’ yorumlarına da yol açıyor. Bunu tatlılıkla ifade edenler de var, eleştiri olarak da… ‘Herkese evet diyor, hiç hayır kelimesi çıkmıyor.’ Var mı sizin hayır’larınız?

SOYER: Zor. Zaten öyle kolay ‘hayır’ diyen bir adam değilim, tarz olarak da…

SOYOĞUL: Bunu bir zaaf olarak mı görürsünüz?

BANA ORTAOKULDA ‘SEN ORTA YOLCUSUN’ DERLERDİ

SOYER: Yoo, hayır. Tam tersine bir meziyet olarak görürüm. Ben hayatın bir denge olduğunu düşünüyorum. Doğanın da, insan hayatının da, toplumsal hayatın da dengeler üzerine kurulu olduğunu düşünüyorum. Denge de; barışmayı, uzlaşmayı, bir arada olmayı mümkün kılan bir meziyet bence… Ben denge adamıyım! Bana daha ortaokulda demişlerdi; ‘sen orta yolcusun’ diye.  O zamanlar bunu ağır bir hakaret olarak düşünmüştüm,

SOYOĞUL: ‘Orta yolcu olmak’, bizim dönemimiz için gerçekten ağır hakaretti ama.

SOYER: Öyle algılamıştım. Senelerce de bu hep böyle gitti. Ama ne zamanki doğanın ve insanın dengesini keşfetmeye başladım, bunun aslında öyle suçlanacak bir şey olmadığını da düşünmeye başladım.

SOYOĞUL: Biraz açalım, yine suçlamalara açık bu cümleleler...

SOYER: Yani şöyle, denge; düşündüğünüz, inandığınız şeyi ifade etmeye engel bir şey değil. Onu ölesiye savunabilirsiniz, denge bunu gerektiriyor olabilir. Ama denge uzlaşmayı da gerektiriyor olabilir. Önemli olan, dengenin peşinde koşmaktır. Ben dengeyi, orta yolculuk olarak görmüyorum. Dengeyi, mümkün olduğu kadar geniş bakabilmek olarak görüyorum. O nedenle bunun bir teslimiyet anlamı taşımadığına inanıyorum. Yani suçlama oradan geliyor ama böyle değil. Yani, bir tek cümle için ölebilirsiniz, dengeye inanarak… O anlamda söylüyorum. O bir kararlılığı, iradeyi, doğru durmayı, sarsılmamayı, dik durmayı değiştiren bir şey değil kastettiğim.

SOYOĞUL: Bunun için, bu yüzden mi ideolojilerden uzak kalmak? Söyleşinin en başında çizdiğiniz belirli bir kalıba girmemek?

SOYER: Tam da böyle bir şey. Ben, bugünkü siyasal akımların bizi tanımlama konusunda yetersiz olduğunu düşünüyorum. Yani biz oralara sığacak insanlar değiliz. Ne arkamızdaki kadim kültür, ne bugün geleceğe bakan vizyonumuz bizi bu sınırlara, köşelere oturtacak bir şey değil bence. O nedenle sevmiyorum. Bizi ayrıştıran şeylerden çok daha fazla birleştiren şeyler olduğunu düşünüyorum, o kadim kültürün zenginliğinde… Yeter ki onu keşfedin, yeter ki onun üzerine geniş bir gelecek vizyonu oturtun, bilimle, sanatla bu vizyonu oturtun. Bunu yaptığınız zaman, asla; ‘CHP’li, AKP’li, MHP’li, Milliyetçi, Ulusalcı, Demokrat’ kalıplarına sığmayabilirsiniz. Ben hiçbirimizin de sığdığına inanmıyorum. Bir adım fazlası; Bunlara teslim olmamak gerektiğini düşünüyorum. Bunların çok sınırlayıcı olduğuna inanıyorum. Hayat, çok daha kucaklayıcı çünkü…

SOYOĞUL: Derin mevzular bunlar. Sularımıza/günümüze/ana geri dönelim. Bu 100 günde en önemli icraat iniz ne? Beğenilenler var, çok beğenilenler var, eleştiri alanlar var, ya da daha fazlasını bekleyenler var, 100 günde mucize bekleyenler var. Ama kendi açınızdan, yaptığınız icraatlar içerisinde size göre hangisi en önemliydi, bu 100 günde? Bu süre içerisinde özeleştiri yaptığınız bir konu oldu mu? Size yönelik eleştiriler var, biliyorsunuzdur.  Sizin yaptığınız bir özeleştiri oldu mu? Biz de bunu bilmek isteriz…

ESKİ YUNAN SENATOLARINDA GİBİ HİSSETTİM KENDİMİ…

SOYER: Önce en çok beğendiğim şeyi söyleyeyim; Bu Kültürpark buluşmaları, ardından tarım buluşması… Bunu çok, çok önemsiyorum ve bu beni çok mutlu eden bir sonuç ortaya koydu. O da; İzmirlinin demokrasiye çok hazır olduğunu, açık olduğunu, çok demokrat olduğunu… Öyle bir izlenim edindim bu toplantılardan. Çünkü, mesela Kültürpark toplantısı benim için şöyle bir şeydi; Girdim salona, gördüm; ticaret odasından var, turizmci var, Kültürpark’ıma Dokunma Platformu var, Kültürpark Platformu var. Çok farklı odaklar aslında her biri… ‘Dedim ne yapacağım? Zor bir tablo…’ Fakat şöyle bir şey oldu; Biri, ‘Holler yıkılmalı, oraya kongre merkezi olmalı’ diyor, salonda homurtular çıkıyor. Öbürü diyor ki, ‘Bir metrekare beton daha fazla atılmamalı’ diyor, salonda alkışlar kopuyor.  Bir an şey düşündüm; eski Yunan Senatoları… Böyle, herkes her şeyi konuşuyor fakat kimse kimseyi incitecek bir sözcük kullanmıyor. Bu mesela, benim acayip hoşuma gitti ve beni çok cesaretlendirdi. Onun üzerine diğer birçok alanda bunu yapmaya karar verdik. Tarımla başladık, enerji yapacağız, sağlık yapacağız, spor, turizm yapacağız. Bu kentin gelecek vizyonunu şekillendirirken ortak aklı, kolektif aklı hakim kılacağız, bunun damarlarını açacağız, kanallarını açacağız. O toplantı birçoğuna göre çok light, her kafadan bir sesin çıktığı bir toplantı olarak algılandı. (Heyecanla konuşuyor) Oysa öyle değil! Oysa, tam tersi. Çünkü insanlar birbirlerini duydular. Mesela, organik üreticisi ihracatçıyı bilmiyor, kooperatifçi sulama kooperatifini bilmiyor, sulama kooperatifçisi ticaret odasını bilmiyor. Bunların hepsi aslında ortak bir şey yapıyor, tarım yapıyor. Fakat birbirlerini duyacakları, dinleyecekleri platformlardan yoksunlar. Oysa duymak! O bile bir iletişim kanalı… Çok kıymetli bir şey, birbirinden haberdar olmak, birbirinin hassasiyetlerinin neler olduğunu bilmek… Bu ilk adım. Şimdi bunları odak gruplara böleceğiz. Sulama kooperatifçilerini bir araya getireceğiz, organik üreticilerini bir araya getireceğiz. Ayrı ayrı, 10’ar kişilik, 20’şer kişilik ekipler halinde bir araya getireceğiz ve o duyduklarından yola çıkarak onların gelecek vizyonlarını şekillendirmeye ve birlikte onu oluşturmaya çalışacağız. Özetle; Ben bu toplantıları çok önemsiyorum, en çok bunu önemsedim ve bunun İzmir’i Türkiye’nin tüm kentlerinden ayıran bir özellik olacağını düşünüyorum. Buradan daha halk meclisleri çıkacak, kent konseyleri daha farklı çalışacak, mahalle meclisleri, kadın meclisleri çıkacak. Bütün bu hikaye buradan beslenerek çıkacak ve yayılacak ve İzmir; demokrasinin en güzel ete kemiğe büründüğü, en somut örneklerinin ortaya konduğu kent olacak. Türkiye’ye bu anlamda önderlik edecek. Çünkü biz bir yandan dijitalize edeceğiz, bir yandan akıllı şehir uygulamalarıyla demokrasinin, daha geniş kitlelere söz söyleme hakkı veren bir yaşam kültürü olduğunu göstermeye başlayacağız. Dolayısıyla bunun, en önemli kısım olduğunu düşünüyorum. Yoksa daha söylenebilecek çok şey var; otobüs seferlerinde indirim yapılması, suda indirim… Her birinin kendince bir değeri var ama benim en çok önemsediğim kısmı bu. Bir de belki baykuş seferlerini söyleyebilirim. O da aslında kabuğun kırılmasına yönelik bir adım oldu. İzmir hep kendi kabuğu içerisinde yaşayan, sanırsınız Kayseri, sanırsınız Çankırı… Böyle bir kent olmuş, çok uzun yıllar boyunca… Şimdi o kabuğu kırmaya başlıyoruz, İzmir’i biraz daha dünya kenti yapmaya soyunuyoruz. Bu olacak! Baykuş seferleri çok küçük bir adım ama o kabuğun kırılmasına yönelik bir adımdı.

SOYOĞUL: Baykuş seferiyle, o oluşan kabuk nasıl kırılıyor? O kabuk nasıl çatlıyor? Baykuş seferi dediğinizde ‘gece, fazladan birkaç saat seferlerin artması…’ Nasıl o kadarcık bir şey o kabuğu çatlatıyor? Belki de önce o kabuğun tarifini açmanız lazım…

ÇİN’İN BATIYA AÇILAN KAPISI İZMİR OLABİLİR…

SOYER: Bu kabuk kırma meselesi zihinde başlayan bir şey. Yani insanların daha açık, daha birbirini kabul eder, dinler, daha birbirini anlamaya çalışır bir faza geçmesi ile ilgili bir şey. Bunu kolaylaştıran bir adım. Günün saatlerini uzatmak, daha çok sosyalleşme imkanı yaratmak. Bu sadece, böyle bir zihinsel zeminin oluşmasına imkan veren bir adım, sadece bir başlangıç. Ama kabuğu kıracak olan asıl hikaye, bir Akdeniz Çanağı diyoruz. Bir de bugüne kadar çok dillendirmediğim ya da çok üstün körü ifade ettiğim Çin meselesi var.

SOYOĞUL: Evet bu aralar çok sık geçmeye başladı söylemlerinizde… Hatta bir üniversiteden bahsediyorsunuz son açıklamalarınızda.

SOYER: Onu biraz açmak isterim. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa Birliği insanlık için nasıl ilerici ve öncü bir rol üstlendiyse, değerleri ve kurumlarıyla… Çin’in önümüzdeki 20-30 yıl içinde insanlığın yine önünü açan, ileriye taşıyan, bir öncü, lokomotif görevi üstleneceğini düşünüyorum, değerleri ve kurumlarıyla… Mesela İpek Yolu… İpek Yolu, 3 güzergah üzerinden doğudan batıya açılan bir hat. Deniz yolları İpek Yolu, Demir yolları İpek Yolu ve Kara Yolları İpek Yolu… Bu 3 güzergah aslında Anadolu’da kesişir ve oradan batıya gider, en Kuzey’e giden bile aslında Anadolu’dan geçerek gider. Dolayısıyla Anadolu aslında İpek Yolu’nun en kritik noktalarından biridir ve İzmir, doğunun en batısı olarak aslında İpek Yoluyla beraber Çin’in batıya açılan bir kapısı olabilir. Bunu Yunanlılar 10 yıl önce keşfettiler ve Pire Limanı’nı Çinliler satın aldı. Bizden rol çaldılar aslında… Çünkü coğrafi olarak bizim konumumuz Pire’den çok daha güçlü fakat biz bunu ıskaladık. Şimdi bunu tekrar yakalamak gerektiğini düşünüyorum. Sadece İpek Yolu’nun bu güzergahı ile ilgili 5 trilyon dolarlık büyük bir bütçe var ama 380 milyar dolarlık bir bütçe ‘one belt one road’ denilen proje için ayrılmış durumda. Mesela bu güzergah üzerinde ‘Double Hundred’ diye bir şey var. Double Hundred University diye bir şey var. Yüz tane Çin Üniversitesini bu güzergah üzerindeki 100 üniversite ile buluşturmak istiyorlar. Bunun gibi çok adımları var, atacaklar. Bunları göreceğiz. Ama eğer İzmir, sadece Akdeniz Çanağı, Batı Dünyası peşinde koşarsa gelecek ile ilgili çok ciddi bir potansiyeli ıskalamış olur. Bizim sadece Çin ile kardeş kentler üzerinden değil, doğrudan doğruya Çin Devleti üzerinden bir bağ kurup, Çin’in batıya açılan bir penceresi, kapısı olmaya talip olduğumuzu doğru anlatmamız, ikna etmemiz lazım. Bunun mesela şöyle göstergeleri olabilir; Evet bir üniversite… Bence bir üniversitenin içinde bir araştırma enstitüsü ile başlayabilir. İYTE’nin (İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü) Rektörü ile geçen bunu konuştuk, anlattım ve o da çok heyecanlandı. Mesela, bir Çin Araştırmaları Enstitüsü İYTE’nin bünyesinde kurulabilir. Sadece Çin’in yüksek teknolojisinin İzmir’de uygulama alanlarının araştırılması üzerine değil, Çin’in güzel sanatlarını, edebiyatını, görsel sanatlarını, müziğini İzmirliler ile buluşturmak için de çalışabilir. O kadar çok şeyi var ki Çin’in… Çok inanılmaz bir kültür, muazzam bir kadim kültür… İnsanların aslında onu tanımaya ihtiyacı var. Bu ilk adım olabilir. Sonra gerçekten de Double Hundred’ın bir parçası olarak İzmir’de bir fakülte kurulabilir, bir dekanlıkla başlayabilir. Bu, Çandarlı Limanı’ndan tutun, üniversitelere, yüksek teknolojiye, Monoray hatlarına o kadar çok zemin var ki Çinlilerle beraber geliştirebileceğimiz… Bu, İzmir’in gelecek vizyonunun yepyeni bir perspektifi olarak ortaya koyabileceğimiz bir şey. Kabuk kırılması derken, bir yandan Akdeniz Çanağı’nda eski, öncü gücümüze kavuşmak, bir yandan doğuyla buluşarak entegre olarak İzmir’i bu anlamda büyük bir potansiyel ile tanıştırmak… İşte bunlar Anka Kuşu olacak, İzmir küllerinden tekrar doğacak derken bunları kastediyorum.

SOYOĞUL: Seferihisar için hayal edip gerçekleştirdiğiniz ‘sakin şehir’ de başta şüpheyle karşılandığı, ancak belli bir ivme aldıktan sonra onay gördüğü için, insan neden olmasın diyor… Her şey hayal etmekle başlar.  O yüzden Çin ile ilgili anlattığınız tüm bu konuya, perspektife saygı duyuyorum. Ama bir yandan da aklımda hep şöyle bir şey var; Acaba şu anda ülkenin bulunduğu siyasal ve ekonomik anlamdaki sıkıntılar varken…  Merkezi idarenin yerel idare üzerindeki baskıları/engelleri sürerken ve hatta yeni sürprizler beklenirken… bu yol haritasını çizmek, ne kadar gerçekçi? Siyaseten nasıl değerlendiriyorsunuz? Nasıl yapacaksınız?

‘SEN BEN BİZİM OĞLAN, BİZ BU İZMİR’İ YÖNETERİZ’ BİTTİ ARTIK

SOYER: Daha fazlasını yapacağız, çok daha fazlasını yapacağız. 31 Mart ve 23 Haziran’dan sonra Türkiye’de siyaset değişti ve değişecek, bunu da hep beraber göreceğiz. O kadar büyük bir dip dalgası var ki, bu değişimi zorlayan… Aşağıdan geliyor bu hikaye… Yukarıdan birtakım siyasi aktörler, ‘bu böyle olsun, şu şöyle olsun’ ile şekillendirdikleri bir Türkiye yok artık! Aşağının, siyaseti şekillendirdiği bir Türkiye yaşanmaya başladı. Ve daha bunu çok kimse okuyamadı. Mesela 23 Haziran akşamı ben Ekrem İmamoğlu ile beraberdim. Sandıklar kapandı, 2 saat kalmıştı açılmasına… Ne bekliyorsun diye sordum, ‘valla, kazanacağız herhalde’ dedi ama ‘ne kadar, nasıl kazanacağız hiç öngöremiyorum’ dedi. Bir de çevremizde genel başkan yardımcıları var, onlar; ’50 bin fark atarız, 100 bin fark atarız’ diyor, bir tanesi ‘500 bin fark bekliyorum’ dedi. Hepimiz burun kıvırdık, ‘Amma da abarttın ağabey’ dedik. Hiç kimsenin öngörmediği bir şey oldu. Onun arkasında da bence şu var; Siyasetin dilinden, kültüründen, üslubundan, her şeyinden bıkmış bir Türk Milleti var ve bunun değişmesini istiyorlar. Bize verdikleri de aslında bir avans, biz bir zafer falan kazanmadık. Bize bir avans verdiler, oy dağılımlarına baktığınızda siyasal partilerin aldıkları oylar yüzde 3-5 seviyesinde değişiklik gösterdi ama asıl değişiklik, büyükşehirleri bize verdiler. Yoksa büyük siyasi tabloda değişen bir şey yok. Sadece büyükşehirleri aldık. Bu ne demek? ‘Hele bir yürü, göreyim’ demek. Biz bir yürüyeceğiz ve o yürüyüşte, arkadan bakacak, eğer beğenirse yürüyüşümüzü arkamıza takılacak ve güvenmeye başlayacak. Henüz bu güven yok daha… O nedenle, diyorum ki bütün siyasal aktörler bunu eninde sonunda okuyacaklar ve herkes değişecek, herkes kendini değiştirecek. Ne AKP,  ne CHP, ne HDP, ne MHP, hatta ne PKK eskisi gibi olmayacak. Her şey değişecek, bütün siyasal dinamikler değişiyor, bütün siyasal aktörler değişecek, bütün siyasal partiler değişecek. Çünkü aşağıdan gelen bir şey var, buna kimse kayıtsız kalamaz. O aşağıdan gelen şey, aslında hepimizin özlediği, daha mütevazı daha saygılı, daha kucaklayıcı, daha anlaşılır bir dilin peşinde… Dokunulmasının, yerelde gündelik hayatın değişmesinin peşinde… Onun için yereli desteklediler, onun için yerelde bizim gibi insanlar seçildi ve büyük bir güven ve teveccühle, sempatiyle bakılıyor. Ama bu beni çok cesaretlendiren bir şey… O nedenle çok büyük bir umutla söylüyorum, bunlarla kalmayacak İzmir’in değişimi… Çok daha büyük değişimler yaşayacağız, insanlar işin içine girdikçe… Demokrasi dediğim şey; 1- yönetime katılmaktır, 2- şeffaflıktır, 3- hesap verilebilirliktir. Biz bunları yaptıkça, insanlar kendilerine yönetimde yer bulduklarını, etkili olduklarını düşündükçe daha çok bağlanacaklar, aidiyetleri güçlenecek, bağlılıkları güçlenecek, daha çok vermeye çalışacaklar. Bu bizim gücümüzü geometrik arttıracak. Yani, ‘sen, ben, bizim oğlan bu işin altından kalkarız, biz bu İzmir’i yönetiriz’ böyle bir şey yok artık. Bitti! Mümkün olduğu kadar geniş, herkesi içine alan, herkesin kendisini içinde bulduğu bir yönetim modelini oluşturacağız.

KÜLTÜRPARK, BEHÇET UZ’UN HALK ÜNİVERSİTESİ…

SOYOĞUL: Kültüpark ile ilgili hassasiyetiniz var. Az önce benim ‘ çok sıkıcıydı, her kafadan bir ses çıktı’ diye dinlediğim toplantıya siz başka açıdan baktınız. Bunun demokrasiyle ilgisi olduğunu söyleyip ‘her kafadan bir ses çıkması ne kadar güzel’ diye baktığınızı gördüm. Kültürpark ile ilgili tartışma git gide değişik boyutlara evriliyor. Beş tane öğretim görevlisini de görevden aldılar ki bu da bir başka üzüntü kaynağı ve bu, tartışmaların esef veren sonuçlarından biri oldu. Kültürpark ile ilgili kafanızda ne var? Öncelikle onu öğrenmek istiyorum. Tamam, herkese soracaksınız, herkesin görüşüne göre bir sonuç oluşturmaya çalışacaksınız ama sizin için Kültürpark ne? Marka diyen de var, sanki satışa sunulacakmış gibi. Oranın marka olmasına gerek mi var?

SOYER: Yok, öyle bir şey yok.

SOYOĞUL: Bu kentin nefes alınacak nadir mekanlarından biri ve daha fazla nefes alanı yaratılması, güzelleştirilmesi, korunması gerekirken, var olanı da yitireceğiz korkusu yaşıyor pek çoğumuz. Sizi duymak istiyoruz, Kültürpark’ı siz nasıl görüyorsunuz?

SOYER: Şimdi bir kere, Behçet Uz’un ‘halk üniversitesi’ dediği bir şey var, Kültürpark için yaptığı bir tarif var; ‘Burası halk üniversitesi olsun’ diyor, kurulurken. İkincisi, ben yine çocukluğumda yaşadım, EXPO idi aslında Kültürpark. EXPO nedir? İnsanlığın belli bir temada yaptığı ve kendisini sergilediği ve tanıttığı bir aynadır aslında… Yani, insanlık aynasıdır, dünyanın o temayla ilgili aynasıdır. Hangi ülke, diyelim ki uzay konusunda ne yapmış, diyelim ki sağlık konusunda ne yapmış? İzmir Kültürpark, aslında buydu. Yani biz giderdik, Amerikalılar bu sene ne yapmışlar, koşa koşa broşürleri toplardık, Enternasyonal Fuar’ı söylüyorum. Bunlar Kültürpark’taydı, tüm Ege akardı, 1 ay hakikaten ayaklarımıza kara sular inerdi ve hala bitmezdi, ‘oraları da görmedik, oralara da gidelim’ diye bir sonrakini heyecanla beklerdik. Bütün bunlar aslında fuarın kökleri, bunları yok sayamazsınız. Sadece bir park deyip geçerseniz haksızlık etmiş olursunuz, onun yaratıcılarına, ona bugüne kadar emek vermiş olanlara, onları bize yaşatanlara haksızlık etmiş olursunuz. Bir kere bunları bir tarafa koymak lazım… Ben bugün Kültürpark’a nasıl bakıyorum? Kültürpark, gerçekten ortak akılla, kolektif akılla şekillenmesi gereken kullanım alanları bulunmalı. Onun için samimiyetle bu ortak akıl toplantısını yaptık ve daha önce, bende önce hazırlanmış olan koruma amaçlı imar planı anıtlar kuruluna gitmişken, geri çektik. Çünkü o zaman niye ortak akıl aramaya çalışıyorsunuz ki? Varsa bir fikriniz ve onun takibindeyseniz, niye topluyorsunuz insanları? O nedenle geri çektik ve bunu samimiyetle de sürdüreceğiz. Ama burada mesela, irrasyonel bir tepkiyle karşılaştım. Ben irrasyonel diyorum. O holler orada duruyor, yıllardır duruyor, kitap fuarı için kullanılıyor. Bir grup arkadaşımız dediler ki; ‘Burayı güzel sanatlara kullandırmayın’ Neden? ‘altyapısı kaldırmaz, ısıtmak çok zor, zarar verir, 600 tane araba girecek’ Ama kitap fuarında 500 bin insan giriyor oraya… Yani on binlerce insan her gün kullanıyor o holleri. Altyapısı, havalandırması, tuvaleti, ısıtması, soğutması çalışıyor. Bunun irrasyonel olduğunu düşünüyorum. Bu hassasiyetin rasyonel bir açıklaması yok. Rasyonel bir şey söylense ciddiyle alıp değerlendirmek mümkün ama irrasyonel, gerçekle örtüşmüyor.

SOYOĞUL: Peki, İZFAŞ binasının Tıp Fakültesi olarak geçici kullanılmasına niye itiraz ettiniz ya da itiraz edenlere hak verdiniz? Bu iki davranışı, birbiriyle bağdaştıramadım.

SOYER: Tınaztepe Üniversitesi’nin kim olduğunu bilmiyoruz. Gerçekten üniversiteyi açmak için sadece bir tabela olarak kullanılacağına dair bir duyum almıştık, henüz açılmamış bir üniversite, bir adrese ihtiyaçları var ve onun için bizi kullanıyorlar, fuarı kullanıyorlar diye duyduk. Ve bu süreçlerde kimsenin hiçbir fikri alınmamış, ‘yapıldı, oldu bitti’ denmiş. Bunu da doğru bulmuyorum. Burada başka bir şey var ama… Biz yola çıkarken, ‘Kültürpark’a kültürünü geri vereceğiz’ demiştik. Tek ortak payda ikisinin de üniversite olması değil, arada önemli bir fark var. Kültürpark’a kültürünü geri vereceğiz derken, güzel sanatlar fakültesi kültürün üreticisi, kültürü yaratan insanlar, sinemasıyla, tiyatrosuyla, müziğiyle… Bunlara, geçici bir süre ev sahipliği yapmak başka bir şey, bir üniversitenin orada konumlanması başka bir şey…O holler yıkılmalı, evet yıkılacak ama orada bir güzel sanatlar fakültesi yapılana kadar geçici olarak 2 ya da 3 sene kullanılması bence son derece rasyonel bir şey. Tınaztepe Üniversitesi’ne İZFAŞ’ın binasının verilmesiyle, bu hollerin geçici olarak güzel sanatlar fakültesine kullandırılması arasında bir ortaklık görmüyorum, ikisinin de üniversite olması dışında.

SOYOĞUL: Tınaztepe müphem de, ya DEÜ Rektörü hanımefendinin geçmişteki siyasi bagajı? Siyasi kimliği? Bu nedenle burada bir çetrefil olduğu, bazı siyasi kazanımlara, sizin açınızdan kayıplara yol açacağı da konuşulanlar arasında…

SOYER: (düşünceli bir tavırla) Ben pek geçmişte olduğunu da zannetmiyorum, bu siyasal kimliğin… Yani bugün de aynı siyasal duruşu sergiliyor hanımefendi.

SOYOĞUL: Beş öğretim görevlisi kıymetli akademisyenin gerekçesiz görevden alınması da burada bir şeyler olduğunu bir anlamda gösteriyor yorumları var bu yüzden. Diğer taraftan, siz bu kentin belediye başkanı olarak çözüm üretmeye çalışıyorsunuz. Sanırım ve Kültürpark’ıma Dokunma Platformu ve Koruma Platformu ile toplantılar yapacaksınız önümüzdeki günlerde…

SOYER: Yapacağım

SOYOĞUL: Bir çalıştay hazırlığından bahsediliyor

SOYER: Ayrıca bir çalıştay yapacağız.

SOYOĞUL: Bütün bunlardan çıkan sonuç diyelim ki, ‘Kültürpark hiçbir şekilde, hiçbir fakülte tarafından kullanılmasın’ olursa… Son kararı veren başkan olarak ne yapacaksınız?

SOYER: Elbette ben ona saygı duyacağım. Çünkü benim sizinle paylaştığım şey kişisel fikrim ama bu kurumun başındaki bir insan kişisel fikriyle hareket etmemeli.

SOYOĞUL: ‘Kültürpark’ta GSF’ye yer verilmesi konusunu ben dile getirmedim’ diye bir açıklama yaptınız ama bugün verdiğiniz demeçte Kültürpark konusunda şimdi de söylediğiniz gibi kişisel fikrinizi söylüyorsunuz. Bu biraz kafaları karıştırdı, başkan istiyor mu istemiyor?

SOYER: Bunu çok net söylüyorum, benim kişisel fikrim bu… Ama benim kişisel fikrimin başkan olarak bir anlamı yok, olmamalı. Yani bir yere kadar anlamı olur ama sonuçta ben bu ortak aklı önemsediğimi söylüyorsam benim fikrim de, o ortak aklın sadece bir parçasıdır.

SOYOĞUL: Ortak akılla hareket edeceksiniz tamam da siz nasıl bir Kültürpark hayal ediyorsunuz?

KÜLTÜRPARK’TAKİ BÜTÜN İŞLETMELER, HEPSİ TAHLİYE EDİLECEK

SOYER: Ben yine kişisel olarak söyleyeyim; Fuar, olağanüstü bir yaşam alanı, hakikaten nefes alma alanı İzmir için… Bunda hiçbir tereddüt yok. Bunu sımsıkı korumak lazım, gerçekten bu en büyük zenginliği fuarın… Ama mesela orada tabi bir şeyler hayal ediyorum. Mesela butik küçük müzeler. İnsanların hoşça vakit geçirecekleri, dinlenecekleri, yürüyüş yapacakları, spor yapacakları mekanlar tabi ki olacak ama aynı zamanda İzmir’i keşfedecekleri müzeler de olmalı diye düşünüyorum.

SOYOĞUL: Yeni bir yapılaşmaya yol açmadan, var olan yapılardan yararlanılarak değil mi? Bunun altını çizelim…

SOYER: Tamamen o yapıları kullanarak, yeni tek bir metrekare beton atmadan, mevcut yapıları revize ederek, restore ederek, iyileştirerek, içini yenileyerek… Böyle bir şey hayal ediyorum. Şimdi onların hepsiyle ilgili kesin tahliye kararları aldık ve bu tahliye kararlarını Ekim gibi hayata geçireceğiz. Şimdi düğün sezonu bitsin insanlar mağdur olmasın diyoruz.

SOYOĞUL: Var olan tüm o yapılar, işletmeler… Hepsine mi tahliye kararı?

SOYER: Hepsi kesinleşti. Bunları İzmir’in o kadim kültürünü tanıtan; bir denizcilik müzesi, bir kültür müzesi, o kadar çok şey var ki aslında uçuşan… Ama bunları masaya sunacağız. Ben bunlar olsun diye çok isterim, çok yanıp tutuşurum ama eğer başka, daha güzel bir şey çıkarsa Kültürpark’a kültürünü geri verecek, onu yaparız. Bu benim kendi yaratıcılığımla bulduğum bir şey…

SOYOĞUL: Bu arada yeşilden en ufak bir ödün vermek yok değil mi?

SOYER: Asla…

SOYOĞUL: Bütün bu süreç uzun sürecek, yeni bir plan, yeni bir Kültürpark… Bu arada Kültürpark çok eskimiş halde, perişan. Bununla ilgili bir şey yapacak mısınız, ya da o süre bitsin de öyle mi hepsini birden yaparız mı diyorsunuz? Var mı bir planınız?

SOYER: Bakımlı hale getireceğiz, kent mobilyaları ile süsleyeceğiz, çok şey yapacağız. Duvar sanatçılarını, ‘wall art’ denilen şeyin orada atölyelerini kuracağız. Bunlar için bina yapmanız gerekmiyor. Ama o alanı, mesela ‘land art’ denilen bir şey var, doğayı ve toprağı bir sanat enstrümanı olarak kullanmak. Ve inanılmaz güzel örnekleri var dünyada. Bunları yapacağız, yapılabilecek sonsuz şey var. Sadece doğru dürüst çiminin bakımını yapsak o bile bir şey. Ama yapacağız, oraya yeni kadrolar istihdam ediyoruz.

SOYOĞUL: Yapılana kadar bırakmak yok yani?

SOYER: Hayır beklemeyeceğiz.

AZİZ KOCAOĞLU BİZE ÇOK GÜÇLÜ BİR EKONOMİK YAPI BIRAKTI

SOYOĞUL: Planlar, projelerden bahsediyoruz. Ülkenin ekonomik durumu da belli... Bunun büyükşehir bütçesine olumsuz bir etkisi olabilir mi?

SOYER: Elbette

SOYOĞUL: Büyükşehrin borcu ne?

SOYER: Yaklaşık 4 milyar civarında borç var. Ama bunun 25 yıla yayılan bir borç olduğunu söyleyeyim. Belki de en sıkışık yılımız 2019.

SOYOĞUL: Bunun ne kadarı yabancı para cinsinden?

SOYER: Büyük ölçüde, yüzde 90’ı yabancı para… Ama bu 25 yıla yayılan bir borç, dolayısıyla büyükşehrin hareket kabiliyetini sınırlayacak bir şey değil. Sadece 2019, belki bir miktar 2020 biraz kemeri daha fazla sıkmamızı gerektirecek 2 yıl olacak. Ama ondan sonrası daha aydınlık, daha parlak… Bu tabi ki kendi iç dinamiklerimiz açısından böyle ama Türkiye’de, dünyada yaşanabilecek krizler tabi ki bizi de olumsuz etkiler. Ama buradan saygıyla anıyorum, Aziz Kocaoğlu’nun ve bürokrasisinin oluşturduğu güçlü kurumsal yapı, güçlü bütçe yapısı bizim çok rahatlamamıza imkan veriyor. Çok güvenilir bir kurum İzmir Büyükşehir Belediyesi, uluslararası finans kuruluşları nezdinde. Bu çok kıymetli bir şey… Yani Türkiye’de ne kadar güvenirler Türkiye’nin mali yapısına? Başka bir şey. İzmir’e ne kadar güvenirler başka bir şey…

SOYOĞUL: Sizin hem şansınız, hem şanssızlığınız var, CHP’li bir belediyeden devralmakla… Şansınız; mesela ‘güçlü bir ekonomik yapı devraldım’ diyorsunuz ama şanssızlığınız, İstanbul ve Ankara’da olduğu gibi enkaz, ya da ‘onlar bunu yapmıştı’ deme şansınız yok. Yani şikayet ettiğiniz her an kendi ayağınıza basıyorsunuz gibi… Bu ikilemi hissediyor musunuz?

 

İSTANBUL, ANKARA VE ENKAZ EDEBİYATI…

SOYER: Hiç öyle hissetmiyorum. Çünkü çok samimiyim bu konuda; ben İstanbul’da bu göreve gelmiş olsaydım da o enkaz edebiyatını yapmazdım.

SOYOĞUL: İmamoğlu yapıyor mu oluyor yani?

SOYER: Hayır. Bana sorduğunuz için söylüyorum, ben kendi açımdan söylüyorum. Ben yapmazdım, Seferihisar’da da yapmadım enkaz edebiyatı… Asla yapmadım, ki çok büyük borçla devralmıştık ve çok hırçın bir seçim dönemi geçirmiştik ve ben ondan devralmıştım ama orada da yapmadım. Bunu doğru bulmadığım için yapmazdım. Çünkü benim hayatımın en önemli mottolarından biri şudur; Bir işi yapmanın bir,  yapmamanın bin sebebi vardır. Yani, ‘ben şöyle devraldım, ben böyle yaptım, ben şu kadar zor durumdayım, ben şuna rağmen….’ Bunların benim yapmak istediğim şeyin mazeretleri olmasını istemiyorum, bunların hiçbirini de mazeret olarak görmüyorum. Dolayısıyla da benim umurumda değil. Yani, sadece saygıyla anıyorum, teşekkür ediyorum, ben önüme bakıyorum, yapacağım hiçbir hesaplaşma olamaz. Bunda da son derece samimiyim, Aziz Bey eğer AKP’li bir belediye başkanı olsaydı da ben kalkıp onunla ilgili bir enkaz edebiyatı yapmazdım. Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum. Bir şey daha ilave edeyim. Mesela şimdi belediyeler borçlu değil mi, borçlu olmasıyla ilgili de herkesin şöyle bir algısı var; ‘yediler, çaldılar, har vurup harman savurdular…’ En azından bu söyleniyor, ‘onun 600 milyon borcu var, vay amma götürmüş’ filan. Bu, o kadar büyük bir haksızlık ki! Buradaki asıl hikaye gözden kaçıyor. Bu iktidar, yerelin gücünü, yetkisini, kaynağını tırpanlıyor ve merkeze taşıyor. Sonuçta yerel yönetimler her gün biraz daha budanarak hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. Bunun AKP’lisi, CHP’lisi, MHP’lisi fark etmiyor. Bizim sürekli, kaynaklarımız daraltılıyor, gücümüz azaltılıyor ve hizmet vermemiz bekleniyor.

SOYOĞUL: Enkaz edebiyatı, asıl sorundan bizi uzaklaştırıyor mu diyorsunuz?

SOYER: Aynen öyle. Gerçekten hem bizi uzaklaştırıyor, hem de büyük bir haksızlığa sebebiyet veriyor. Bu doğru bir şey değil. İnsanların gerçekten ahlaksızlık yapmış olanı vardır, har vurup harman savuran vardır ama ben bunların istisna olduğunu düşünüyorum. Çünkü seçilen insanlar her daim göz önündedir, her daim yakından izlenir, zaten varsa ahlaksızlığı olan insanlar bunların mutlaka sonunda hesabı verilir,  vermeyen de vardır belki ama bunlar istisnadır. Ben çoğunluğun iyi, ahlaklı, namuslu, dürüst insanlar olduğunu düşünüyorum.

SOYOĞUL: Sizin için neden ‘çok romantiktir’ demelerini anlıyorum.

SOYER: (Gülümsüyor) Olabilir.

SOYOĞUL: Burada da bir romantizm var gibi geliyor bana.

SOYER: Ben buna inanmayı seviyorum.

SOYOĞUL: İstanbul ve Ankara için israf konusu çok gündemde. İzmir’de israf var mı? Kemer sıkma dediniz ya, neler olacak?

SOYOĞUL: İsraf yok. Ama kemer sıkacağız daha çok kemer sıkacağız, birçok alanda sıkacağız. Ama şunu söyleyeyim, gerçekten İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bütçe yapısı ve kurumsal yapısı son derece iyi örgütlenmiş. Hatta şöyle diyeyim, ben bu göreve gelmeden önce burayla ilgili şöyle bir fikrim vardı; ‘Ya işte o kadar ağır bir travma yaşadılar ki 400 yılla yargılandılar, kim olsa önüne gelen işi yapmamak, imza atmamak konusunda çekinceli davranır ve bu anlaşılır bir şey, insani bir şey…’ Ama ben bunun büyükşehir belediyesini çok atalete sürüklenen bir kültür geliştirdiğini düşünmüştüm, insanların iş yapmaktan çekinen…

SOYOĞUL: Öyle olmadığını mı gördünüz?

SOYER: Hayır ama bunun yanında başka bir şeyin olduğunu gördüm. O da şu; insanlar mevzuata o kadar hakim olmuşlar ki, herkes sular seller gibi biliyor. Bu mesela çok değerli bir şey… Ben istesem de bana hata yaptırmaz bu bürokrasi… Müthişler, inanılmaz iyi biliyorlar, her biri hazmetmiş, mevzuata son derece hakimler… Şunu söylemek istiyorum; o savrukluk, müsriflik zaten silinip atılmış, öyle kolay kolay müsrif bir şey yapamazsınız burada, savruk davranamazsınız. Yani ‘o da gelsin yiyiversin yemek’ Hayır böyle bir şey yok. O nasıl gelecek, o yemeğe nasıl katılacak, başka bir şey…

SOYOĞUL: Aziz Bey’in kurduğu bir disiplin var gerçekten?

SOYER: Yüzde yüz. Ve bu çok değerli bir şey…

 

BUCA METROSU İÇİN PARAMIZ VAR, SORUN YOK YAPACAĞIZ

SOYOĞUL: Buca Metrosu ile ilgili nihayet merkezi idareden onay çıktı. Ve 1.2 milyar dolarlık mega proje sizi bekliyor, para var mı bunu yapacak?.

SOYER: (Emin, gülümseyerek) Paramız var.

SOYOĞUL: Para var, sorun çıkmaz mı diyorsunuz?

SOYER: Var, hiçbir sorun çıkmaz, yapacağız. Oradan olmazsa buradan, buradan olmazsa oradan… Hepsi hazır seçeneklerimizin, biz tercih edeceğiz, müzakere edeceğiz, hangisinin koşulları daha uygunsa oradan yola devam edeceğiz.

SOYOĞUL: Siz bir A takımı oluşturuyorsunuz. Anladığım kadarıyla şu an bürokratlardan genel anlamıyla memnunsunuz?

SOYER: Memnunum evet.

SOYOĞUL: Onlarla da bir toplantı yaptınız. Yani eğer bir aksilik olmadıkça birlikte yol yürüyeceksiniz var olanlarla…

SOYER: Bunu strateji toplantısında da söyledim, biz öyle bir sorumluluk üstlendik ki Türkiye bizim gözümüzün içine bakıyor. Şuanda Türkiye’nin gözbebeği İzmir. Herkes İzmir’i merak ediyor, herkes İzmir’i takip ediyor, izliyor. Çünkü biliyorlar ki Ankara’da, İstanbul’da, şurada burada bu umutlar sönümlenebilir, beklentiler gerçekleşmeyebilir. Çok zor çünkü onların işi. Ama İzmir’in mazereti yok, İzmir yapacak. Dolayısıyla herkes bizi bekliyor. Biz o kadar iyi olmak zorundayız ki, o kadar toz kondurmamak zorundayız ki  dört dörtlük iş çıkarmak zorundayız. Hiçbir mazeretimiz yok. Bunu yaparken de bir koşuya çıkıyoruz, bir maraton bu… Bu maratonda benim yanımda durmayan insana, geride kalan insana benim dönüp ağlayacak vaktim yok. Umurumda değil! Babamın oğlu olsa umurumda değil.

SOYOĞUL: Bu, vefasızlık gibi adlandırılır mı?

SOYER: Hiç değil, asla değil. Bu, bir misyon. Biz bir misyon üstlendik, bunun gereğini yapmak zorundayız. Ben de hasbelkader onun en önündeki insanım. Ben başladım koşmaya, uykumu azalttım vesaire… Ben koşuyorum ve bu koşuda arkadaşlarımın benim yaptığım fedakarlıkların hepsini yapmalarını beklemem ama her birinin kendince yapması gerekenlerin ne olduğunu biliyorum. Bunu yapmayan ve geride kalan, kalır. Asla da dönüp gözünün yaşına bakmam. Asla onların yasını tutmam, yürümek zorundayım. Bu benim kendi meselem değil çünkü, bu memleketin meselesi. O yüzden kadro, elbette hepsi çok güzel ama bir de şunu söyleyeyim; Türkiye’nin kumaşı budur, insan malzemesi budur. Ahmet gelmiş, Mehmet gitmiş çok bir şey değişmez. Üç aşağı beş yukarı kalibre benzer. Tabi ki daha adanmışı vardır, daha donanımlısı vardır, daha iyi niyetlisi, daha kötü niyetlisi vardır, ayrı bir şey. Ama üç aşağı beş yukarı, erdemleri de meziyetleri de zafiyetleri de benzer insanların. Burada biz tabi ki en iyisini bulup en iyisiyle yola çıkmaya gayret edeceğiz ama olmazsa hayal kırıklığı yaşamamak lazım. Bu böyle çünkü. O yüzden, ‘bütün yapıyı değiştireyim, Ahmet’in yerine Mehmet gelsin, Mehmet’in yerine Hüseyin gelsin’ hiç öyle bir derdim yok.

SOYOĞUL: Ama bir A takımı oluşturdunuz ve o A takımını oluştururken neyi gözettiniz? Bu bir denge siyaseti diyen de var? Nedir?

SOYER: Denge doğru sözcük.  Denge! Çünkü bu kentte daha önce güç kavgası yapan bir takım odaklar var, hepimiz biliyoruz. Daha fazla borusunun ötmesini isteyen, daha fazla önde olmak isteyen, daha çok şeye hakim olmak isteyenler var. Ama ben bunların bu kavgasının bir sahiplenme kavgası olduğunu, daha iyiye götürme kavgası olduğunu var sayıyorum. İsme gerek yok ama bu siyasal oluşumun içinde farklı noktalarda durup da birbirleriyle rekabet eden yapıların, bu kurumun içinde olması gerektiğine inanıyorum.

En başa dönersek, en başta söylediğim şey; Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak derken siyasetin olmayacağını kast ettim, eskisi gibi delege hesapları falan olmayacak kardeşim. Burada ne kadar iyi hizmet üretirsen, siyasal anlamda da o kadar güçlüsün. Çok net bir şey söylüyorum.

KOLTUĞUN BÜYÜKLÜĞÜ KÜÇÜKLÜĞÜ DEĞİLDİR ZEHİRLEYEN…

SOYOĞUL: Madem güç dediniz, güç ve iktidara gelelim o zaman;  güç bozar, mutlak güç illa ki bozar.

SOYER: (Gülerek) İlla ki bozar..

SOYOĞUL: Dinç Bilgin ile bir röportajımı anımsatmak isterim. Müthiş bir medya gücü ve iktidarını kaybetmiş, o gücü sıfırlamış bir insan olarak sormuştum ona, ‘sizi hiç mi uyaran olmamıştı? Hata yaptığınızı söyleyen hiç kimse olmadı mı çevrenizde?’  Dinç Bey’in cevabını unutamam. ‘Hiç kimse, hiçbir iktidar sahibi, yanında sürekli bir Abdüllatif Şener taşımak istemez, öyle zaman geliyordu ki karımın bana söylediği lafa tahammül edemiyordum, ‘yapma bunu, bu hata’ deyince ona tahammül edemiyordum, onu konuşturmuyordum, çünkü iktidar böyle bir şey’ demişti Dinç Bey.

SOYER: Neptün’ü tanıyorsunuz değil mi?

SOYOĞUL: Neptün Hanım ile hiç tanışmadım ama bunu kişiselleştirmek için söylemedim, tamamen güç ve iktidarla alakalı soruyorum.

SOYER: Çok iyi anladım ne demek istediğinizi. Ama benim başından beri söylediğim ortak akıl, kolektif akıl, aslında tam da bu.

SOYOĞUL: Yani o gücün tuzağına düşmemek için mi ortak akıl?

SOYER: Aynen öyle. Çünkü ben tunç gibi bir adamım. Ama şunu biliyorum; Ben bir kahraman değilim. Kahramanlık başka bir şey ve ben bu çağın kahramanlıkları yok eden bir çağ olduğunu düşünüyorum, yok edeceğini düşünüyorum. Ve ortak aklın çok daha ağırlık kazanacağını düşünüyorum, genel olarak evrensel bunun böyle olacağını düşünüyorum. Bunun da en iyi uygulama örneklerinden birini İzmir’de sergileyeceğimizi düşünüyorum. Ben kendimden çok İzmir’in ortak aklına güveniyorum. Çok net yani.

SOYOĞUL: İktidar sarhoşu olmayacağım mı diyorsunuz?

SOYER: Asla olmayacağım. Somut bir örnek vereyim; Güç, apartman yöneticisi olan bir adamı bile zehirler. Ama eğer o insan toksa, o koltuk onu zehirlemez. Koltuğun büyüklüğü küçüklüğü değildir, adamın büyüklüğü küçüklüğüdür zehirleyen… Bu çok net. Ben 10 yıl Seferihisar’da belediye başkanlığı yaptım, zehirlensem o koltuk da zehirlerdi. Ama ben zehirlenmedim, asla zehirlenmem hiçbir şekilde.

NEPTÜN  ‘YAPAMAZSIN’ DER YA DA ‘BUNU ASLA YAPMA’ DER

SOYOĞUL: Neptün’ü tanıyor musunuz derken neyi kast ettiniz?

SOYER: Şunu kast ettim (gülüyor) Neptün yani ‘ya kocacığım bunu yapmasan iyi olur’ falan demez. ‘Bunu yapamazsın’ der, ‘bunu asla yapma’ der. (Gülüyor) Ve her gün ayaklarım biraz daha yere basar.

SOYOĞUL: Eve geri geri gitmez mi adımlarınız?

SOYER: Ama sonunda giderim. (Gülüyor)

SOYOĞUL: Sizin sağduyunuz, ana sesiniz Neptün Hanım mı?

SOYER: Yok. Ana sesim o değil, ana sesim kendim. Ama çok net bir şey, yani ben insana samimiyetle değer verip dinlerim. Onun eğitim düzeyi, birikimi çok umurumda değildir, ağzından çıkan şeyi dinlerim, kim olursa olsun. Ben gerçek bir demokratım, en başta sorduğunuz ilk soruya dönersek… Ben kendimi demokrat olarak görüyorum, sosyal demokratım derken demokratın altını daha çok çizerek söylemiş olayım. Demokrasiye çok inanıyorum, çok değer veriyorum, demokrat olmaya çalışıyorum, hayatım boyunca…

SOYOĞUL: Neptün Hanım’ın da çizdiği bir portre var alışılmadık… Yakından tanımayanlar için farklı, sıra dışı bir portre… Bu sizi rahatsız ediyor mu bazen? Ya da kimilerini rahatsız ettiğini düşünüyor musunuz?

SOYER: Yok. Ben rahatsız değilim. Zorlandığım çok olur, yani ‘bunu nasıl söyleyebilirsin, bir kere de sen alkışla’ demişliğim çoktur mesela… Ama dinlerim ve bunun muhasebesini yaparım mutlaka. Sabrımı, soğukkanlılığımı koruyarak bunu mutlaka bir kere daha kafamdan geçiririm. Neptün de onu çok iyi bilir ki, buraya kaç kere geldi hatırlamıyorum, ya 2 ya 3 kere geldi. Gelmez mesela.

SOYOĞUL: Sınırlarını bilir yani?

SOYER: Çok iyi bilir. Kendi alanında en iyisini, en doğrusunu yapmaya çalışır, bunun fayda etmesini sağlamaya çalışır, bunları yapar. Benim iktidar zehirlenmesi yaşama ihtimalimi sıfırlamaya çalışır ama kendi sınırlarını çok iyi bilir.

SOYOĞUL: Aslında onun için de geçerli iktidar zehirlenmesi.

SOYER: Tabi ki…  O da First Lady (gülüyor)

SOYOĞUL: Türkiye’de first ladylik diye bir kurum var evet. Siz o durumda ne yapacaksınız peki?

SOYER: Onu ona sorun, ben bilemem (gülüyor)

SOYOĞUL: Siz eşinize hiç müdahale etmiyor musunuz yani?

SOYER: Hiç etmem, asla!

ASLA KONGRELERDE OLMAYACAĞIM, BENİ ORALARDA GÖRMEYECEKSİNİZ

SOYOĞUL: Bu tatlı mevzudan sonra, en azından şahsım için fevkalade tatsız olan konuya atlayacağım. Malum, Eylül ayında partinizin kongreleri başlıyor.

SOYER: Onunla ilgili çok net söyledim ama bir cümle ile tekrar etmiş olayım; bugünden itibaren siyasetteki gücü belirleyecek şey, yereldeki başarının ölçüsüdür, ne kadar başarılı olup olmadığınızdır.

SOYOĞUL: Bizim daha önce de ‘hiç karışmayacağım’ demiş bir Aziz Başkanımız vardı…

SOYER: Ben asla oralarda olmayacağım. Asla.

SOYOĞUL: Hiç siyasete bulaşmadan nasıl olacak, tamamen uzak kalmak mümkün mü? Belediye başkanları örgüte müdahale etmediği zaman koltuklarından olacağını düşünürler, böyle de bir algı var.

SOYER: Benim hiç öyle bir algım yok. Çünkü ben koltuk için bu misyonu üstlenmiş değilim ki. Ben bu misyonu üstlendim, nereye kadar giderse de oraya kadar yaparım. ‘Sen çekil kenara’ dedikleri zaman da çekilirim yani. Ben o misyonun adamıyım, koltuğun değil. Arada önemli bir fark var. Bu süreçte beni hiç görmeyeceksiniz, oralarda olmam..

SOYOĞUL: Sizin bir siyasi ekibiniz/ takımınız var mı?

SOYER: Ama haberdar olmak isterim. Tabi ki var.

SOYOĞUL: Sizin adınıza bir anlamda?

SOYER: Adıma değil ama yakından takip eden, izleyen, onunla ilgili çaba harcayan insanlar var tabi yakın çevremde. Ben de zaman zaman merak ediyorum, ‘o ne oldu, bu ne oldu’ diye soruyorum, bana anlatıyorlar. Ben merak etmesem de bazen meraklandırıyorlar. Tüm bunlar oluyor ama ben oralarda değilim yani, asla ilgim yok.

BUNLAR ESKİ SİYASET ARGÜMANLARI, BİZ YENİYİZ…

SOYOĞUL: Merkezi hükümetle ilişkilerinizin nasıl olacağı ile ilgili daha önce açıklamalarınız olmuştu. Sanıyorum bayramdan sonra Ankara’ya gideceksiniz. Bu denge siyaseti aslında nasıl davranacağınızın ipuçlarını da veriyor. Umutlu musunuz peki?

SOYER: Tabi ki. Çok umutluyum. Anlatabileceğimi düşünüyorum.

SOYOĞUL: Binali Bey geçen gün İzmir’deydi ve pek umutvari konuşmadı aslında. Sizin İZBAN’dan haberdar olmadığınızı söyledi. Bu tür söylemler hiç moralinizi bozmaz mı?

SOYER: Hiç önemli değil. Bunlar eski siyaset argümanları. Zerre kadar kıymeti yok.

SOYOĞUL: Siz yenisiniz?

SOYER: Evet. Biz yeniyiz (gülüyor);

GÖNÜL SOYOĞUL YAZDI: CHOPIN AKŞAMLARINDA BU ŞEHİR BANA ÇOK ŞAŞIRACAK!... 



Sayfa Adresi: http://www.gercekizmir.com/haber/Baskan-Soyer-le-A-dan-Z-ye-Ben-bu-is-icin-yaratilmisim/66867