TARKEM'in kurucularından Yüce: Muhalif başımın tacıdır

16 Aralık 2019 Pazartesi   09:21

Sürekli kan kaybeden, cazibesini yitiren, yüzlerce yıl alışveriş deyince ilk akla gelen çarşı olmaktan uzaklaşmış, sanki ışığı kararmış bir Kemeraltı’yı ne çok konuştuk, ne çok konu ettik gazete sayfalarına, köşe yazılarına… Pansuman kampanyalar, tutmayan yamalar, siyasilerin her seçim dönemi ziyaretleri, vaatleri, yazık ki bu tarihi çarşının kan kaybını durduramadı.

2012 Kasım’ında kurulan TARKEM (Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım Ticaret A.Ş), bu anlamda bir umut ışığı oldu.

Yönetim Kurulu Başkanlığını Samim Sivri, Başkanvekilliğini Uğur Yüce’nin yaptığı, kamu özel ortaklık modelinin önemli bir örneği olarak… İzmir kent değerlerini korumak ve geliştirmek, Kemeraltı’nı canlandırmak amacıyla yola çıkan TARKEM’in peşini bu yolculukta umut ve endişe hiç yalnız bırakmadı. İki duygu da projenin ayrılmaz ikilisi oldu…

Bu kadar kıymetli bir alanın, bu kadar devasa bir projenin olmazsa olmazaydı aslında, umut da endişe de.

Kemeraltı’yla ilgili başlattığım bu söyleşiler dizisinde, Kemeraltı Esnaf Derneği Başkanı Semih Girgin’in TARKEM’le ilgili düşünceleri umudu, Kemeraltı Hayat Platformu sözcüsü Cem Ceylan’ın anlattıkları ise ‘endişeyi’ temsil ediyordu bir bakıma, sanki...

Yolumuz bu kez TARKEM, sorularımız 7 yıldır neredeyse her günü Kemeraltı’nda geçen Uğur Yüce’yeydi.

Her zaman konuşmaktan keyif duyduğum, her konuşmamda, konu ne olursa olsun mutlaka dağarcığıma kattığı bir bilgiyle yanından ayrıldığım sevgili Uğur Yüce’nin sözleri, yine bilgiler ve ancak hayattan öğrenilebilecek derslerle doluydu. Ben payıma düşenleri aldım, eğer isterseniz sıra sizde…

GÖNÜL SOYOĞUL: Kemeraltı’nın sizin için anlamı ne, bu çarşı Uğur Yüce için ne demek?

UĞUR YÜCE: Benim için çocukluğum demek. Çok büyük bir nostaljik bağım var. Bir çocuğun çevresini algılamaya başladığı yaşlar…  Aşağı yukarı 8 yaşındayken kardeşim doğdu, o zamanlar Bayraklı’da oturuyorduk, 1948’lerden bahsediyorum. Annem hem küçük bir bebeğe bakacak, hem de noterlik yapacak. Notere yakın bir yere taşınalım ki, kolay gelsin gitsin. O tarihlerde İzmir’de topu topu 3 apartman var. Bir tanesi Basmane Garı’nın karşısında Toros Apartmanı, bir tanesi Bit pazarının karşısında Aydın Apartmanı, bir tanesi de şimdi Mektupçu’yu geçtikten sonra. Tramvay durağının ismi apartman durağıydı. Biz Bayraklı’da deniz kenarında müstakil bir Rum evinde oturuyorduk, kalktık geldik apartman dairesine… Ben de Bayraklı İlkokulu’ndan Şehit Fethi Bey İlkokulu’na nakil oldum. Anne baba çalışıyor, çocuk 8 yaşında ama erken gelişmiş, dolayısıyla güven var. Okul dediğin saat 2’de 3’te bitiyor ama mesai öyle değil. Annemin de babamın da mesaisinin bitmesi 5 buçuk, 6… Ne yapıyoruz? Serbest geziyoruz. Ben de çıkıyordum, sanıyorum ki özgür takılıyorum, (gülüyor) halbuki, o zaman oradaki tüm esnaf, insanlar tembihliymiş. Meğerse herkes bizi korurmuş, farkında değiliz.

Kemeraltı’nda mı geçirirdiniz zamanınızı?

YÜCE: Benim çocukluğumdan beri gelişen bir sinema merakım var, filmlere bakıyorum. O zaman İnci Sineması var, Saray, Lale, Tan… Ama ben filmlerden çok bilet kesilen yerde kim var, ona bakıyorum; tanıdık birisi olması lazım. Çünkü her seferinde 25 kuruş, harçlığım yetmez… Babamın tanıdığı birini görünce hemen giriyorum, en ön sıraya oturuyorum. Babam da işten çıkınca onu arıyor zaten, nerede diye soruyor.O kadife perde aralanır babam ‘Uğur’ der, ben filmin yarısında çıkarım, 7-8 kere yarısına kadar seyrettiğim bir sürü film var. (gülüyor)

İşte o çarşı, civar, Mezarlıkbaşı ve civarı, oradan içeriye Hatuniye’ye kadar… Bir de babamın arkadaşları var, babam da bürokrat, arkadaşları da. Burada Devlet Demiryolları bölgede, önce müdür muavini, sonra müdür oldu. Arkadaşları da burada denizcilik işletmesinde çalışan Mustafa Bey Amca, Hatuniye’deki Tilkilik Eczanesi’nin sahibi Pertev Bey Amca, biraz ilerideki manav Turgut Bey Amca, onlar da orada oturuyor. Güzel yıllardı, güzel günlerdi, insanlar güzeldi, ortam güzeldi. Orası eski bir Türk Mahallesiydi. Şimdi tabi aradan bu kadar zaman geçince, bizim parayla pulla ilişkilerimizin epeyce zayıfladığı bir dönemde, insan oturup düşünüyor; ‘Ben kimim, nereden geldim, nerede nasıl büyüdüm, bu ülke bize nasıl dünya kadar şey verdi, üstelik her şeyi bedelsiz verdi’ diye. O zaman insan kendini topluma, kentine, ülkesine karşı borçlu hissediyor. En azından ben hissediyorum. Buradaki motivasyon bu. Çocukluğum dedim, çocukluğumun güzel günleri, güzel yılları ve o alanın bugün gelmiş olduğu nokta. Bu tamamen benim içime dokunan bir şey.

Yani TARKEM, sizin için bir tesadüf değil?

YÜCE: Katiyyen değil. Ben belediyeyle çok uzun yıllardır yakın bir ilişki içindeyim. Sevgili Burhan Özfatura’nın ilk başkanlığı, Yüksel Çakmur, sonra yine Burhan Özfatura, sonra Ahmet Piriştina, sonra Aziz Bey… Ben, 35-40 senedir hep tarihi alana dikkatlerini çekmeye uğraşmışımdır. Allah var Ahmet, bu mevzuda duyarlıydı. Çok geniş bir alandan bahsediyoruz ama belediye de çok büyük fedakarlıklar yaptı. Bugün heyelan gibi bahaneleri de kullanarak Aziz Bey, Kadifekale ve çevresini önemli ölçüde temizledi.  Bugün eğer orada bir amfi tiyatro açılıyorsa… Amfi tiyatronun üstünde onlarca ev vardı. Kim kamulaştırdı, kim yıktı, kim açtı o alanı ki bugün bu kazı yapılıyor.  Dolayısıyla belediyenin son 10 yıl içinde 400 milyona yakın bir para harcadığını biliyorum, orası ile Agora ve çevresi için… Mesela Agora’yı göremezdiniz. Agora’nın önünde İnci Sineması, bu tarafta Saray Sineması, diğer tarafta kaçak yapılar, depolar. Bunların hepsi kamulaştırıldı ve o çevre olabileceği kadar temizlendi.

3 yıl önce bir röportaj yapmıştım, orada demiştim ki ‘endişe ve umut bir arada yürüyor TARKEM ile ilgili…’ Hem bir umut var Kemeraltı’nın yeniden canlanacağına dair, hem endişe var hala…

YÜCE: Hayır. Endişe kalmadı.

Üç yıl önce, bu görüşe katılmışsınız ama.

YÜCE: O zaman öyleydi.

Demiştiniz ki duyulan endişe için; ‘Akdenizliliğin özelliği, Türkler babasına bile güvenmez.’ Bu sizin cümleniz…

YÜCE: Çok doğru. Bunu şöyle anlatayım; 3 yıl önce hala çok endişeliydim. Aslında benim karakterime çok uymayan bir şey.  Rahmetli Süleyman Demirel derdi ki; ‘Ben mühendisim, benim bir mühendis olarak kervan yolda düzülür diye düşünmem mümkün mü… Ama siyasette ve ülke yönetiminde mecbursun, başka çaren yok.’ Biz bu yola çıkarken baktık, Batı’daki tüm örnekleri inceledik ve bazı olmazsa olmazlar çıktı ortaya. Bu olmazsa olmazlardan biri de kamu-özel sektör işbirliği. Kamu-özel sektör işbirliğini kurmazsanız, herkesin üzerinde mutabık olduğu bir stratejik plan yapmazsanız ve bunun aslında çok uzun soluklu bir girişim olacağına inanarak, sabırla ve azimle devam etmezseniz, olmaz…

Biz nasıl yola çıktık? Biz yola çıkarken 116 tane iyi niyetli iş adamı, ama ortaklara bakarsanız Büyükşehir belediyesi, Konak Belediyesi, esnaf ve sanatkarlar.  Nerede Ticaret Odası, Sanayi odası, Borsa, nerede İhracatçı Birliği, Deniz Ticaret, nerede Kültür ve Turizm Bakanlığı, nerede vilayet? Hiçbiri yok. Ne dedik? Kervan yolda düzülür. Biz eğer iyi niyetle mücadele eder ve çalışırsak, iyi niyetimizi kanıtlarsak, bunlar muhakkak halledilir. Nitekim, odalar Ticaret Bakanlığı’na yazılı olarak müracaat ettiler ve bakanlık bu şirkete ortak olmalarını reddetti. ‘Sizin konularınızla hiç alakası yokken buraya ortak olamazsınız’ dedi. Sevgili Ekrem Demirtaş bana yazılı olarak yolladı, ‘bakanlık kabul etmiyor’ dedi. Bütün bunları aşmak gerekiyordu. Bu 6 yıl boyunca, hele son 3 yılda tamamen aşıldı. Bugün şirketin yüzde 40’ı kamu ama bu yüzde 40’ın içinde saydığım tüm kurumlar, odalar var.

Yüzde 8 küsur sivil toplum örgütleri, yüzde 30 büyükşehir belediyesi, yüzde 1 Konak Belediyesi…

YÜCE: Evet. Geriye kalan yüzde 60’ı da özel sektör. Endişe şuydu; olmazsa olmazlardan bir tanesini gerçekleştiremezsek,  yani bu dava uğruna herkesi bütünleştiremezsek, herkes bunun aslında hem gerekliliği, hem yapımı, hem sürdürülebilirliği konusunda mutabık kalmazsa, o zaman projenin geleceği biraz insanlarla orantılı olur. Yani başındaki insanlar varsa var, olmadığı zaman başka birtakım şeyler devreye girer. Halbuki bugün kurumsallaştı. Artık Türkiye’de örneği olmayan gönüllülük esasıyla kurulmuş bir kamu-özel sektör işbirliği var. Herkesin üzerinde mutabık olduğu bir stratejik plan var ve herkes davaya inanıyor. Bunun doğru olduğuna ve bunu da halletmenin yolunun da bu olduğuna herkes katılıyor. O yüzden artık endişe yok.

Bu sizin cephenizden gördüğünüz endişe… Benim kast ettiğim başka bir endişe de, biraz önce altını çizdiğiniz ‘yüzde 40’ı kamu ve sivil toplum örgütleri ortaklığı, yüzde 60 iş dünyası.’ İş dünyası ister istemez ‘sadece rantı düşünen’ insanları akla getiriyor ki, gününüzde ülkeyi ve insanı hiç düşünmeyen, ‘sadece ben, daha çok para’ diyen çok örnekle tanıştı bu ülke. Gelişmiş bir burjuvazi yok, keşke olsa.  Korku da burada; çünkü yüzde 60, yüzde 40’tan büyük. ‘Acaba o yüzde 60 her önlemi geçer, oradaki esnafı ham yapar mı’ düşüncesi, endişesi kast edilen. İkincisi, sizin de söylediğiniz gibi, başında iyi insanlar var ama iyi insanlar olmazsa… Size karşı İzmir’de, düzgünlüğünüz, tavrınız, duruşunuzla şahsınıza karşı bir endişe kaynağı görmedim ama diğer taraftan sermaye söz konusu olunca;  ‘Kemeraltı benim çocuğumluğum’ diyen Uğur Yüce elini çektiğinde, ya da şu an var olan yönetim uzaklaşıp yerine ‘sadece ben ve para’ diyenler gelirse ne olacak?.

YÜCE: Bir kere bunun teminatı yok. Eğer bir riskse ve tehlikeyse, bir risk ve tehlike tabi ki var.

Tehlike dediğiniz, benim anlattıklarım mı?

YÜCE: Senin anlattığın anlamda bir tehlike tabi ki her zaman var. Bütün bunlar başından düşünüldüğü için… Nasıl biraz evvel dedim, bu şirket kamu ve özel sektör işbirliğinde ilk ve tek. Yine bu şirketin Türkiye’de başka bir emsali daha olmayan bir başka özelliği daha var. Biz 116 kişiyi seçtik, herkesi almadık. O 116 kişinin hepsi Türkiye tarihinde ilk defa 2 sözleşme imzaladı. Bir tanesi ortaklık sözleşmesi, bir tanesi etik sözleşme. Etik sözleşmede de; ‘buranın tarihi dokusuna sadık kalacağına dair’ imza verdi. (4 sayfa, tüm detaylara girmeyeyim)  Bu insanlar 7 sene geçti, daha buradan 1 toplu iğne dahi satın almadılar. Dolayısıyla netice itibariyle bu sözleşmeyle en azından senin söylediğin riskle ilgili, mümkün olduğunda hafifletici bir tedbir alınmış oldu. İlk başta bu ortaklara üçer tane A grubu hisse diye bir A grubu hisse verdik, 1, 2, 3 Türk Lirası. Yani aslında 19 bin 997 lira B grubu, 3 lira da A grubu aldı bu insanlar. A grubunun bir tane imtiyazı var, o da bu şirketin yönetim kurulunda yarısından bir fazlasını seçme hakkı var. Neden yaptık bunu? Ne olursa olsun, akvaryumun içine bir köpek balığı, bir pirana girerse falan… Şu anda o artık 116 değil, ona 30 tane daha yeni ortak ilave oldu, 156 olduk. Bin lirayla gelip katılanlar var, sırf beni de al dediği için kendi cebimizden ayırıp bin lirayı verdiğimiz. Kim bunlar? Bunlar bizim seçtiğimiz insanlar, düzgün, iyi niyetli, bu kente gönül vermiş insanlar. Bunlar bu tarihi alanın bu kente ve ülkenin geleceğinde çok önemli bir rol oynayacağına kalpten inanmış insanlar.

Tüm bunlara rağmen birtakım aksilikler olabilir mi?

YÜCE: Olamaz demek yanlış olur. Muhakkak olur ama ben eminim ki bir taraftan almış olduğumuz tedbirler sayesinde, bir taraftan ortakların son derece iyi niyeti olması sebebiyle, bir taraftan kamunun ne olursa olsun burada yüzde 40 hisse sahibi olması, o yüzde 60’ın hepsinin kötü niyetli olması lazım ki, buna da imkan yok. Böyle bir matematik yok. Dünyadaki bütün ihtimal hesaplarını getir, istediğin sapmayı koy, neticede o kadar kötü bir araya gelemez, seçildikten sonra bunları imzaladıktan sonra… Dava ortada zaten. Ayrıca daha ilk başta ortağı çağırırken diyoruz ki; sen buraya geleceksin, 20 bin lirayı vereceksin ve unutacaksın. Bir kere o parayı geri alman hayatta bahis konusu değil. Çünkü biz o 20 bin liralarla oturacağız sadece proje çalışması yapacağız, stratejik plan hazırlayacağız vs. Ondan sonra 2 milyon 300 bin lirasını harcıyorsun adamların ve diyorsun ki şimdi 10 milyona çıkarız ama sakın ola buradan bir kar payı bekleme, bu şirket hayatta kar dağıtmaz. Her genel kurulda söylüyorum, diyorum ki bu şirket kar dağıtmaz. Yarın öbür gün para kazanırsa, onu yine buraya yatırır. Dolayısıyla ‘buraya eğer ben paramla temettü alacağım, şunu bunu alacağım diye giriyorsanız, girmeyin’ diyoruz.

Buraya girenlerin hepsi bunu biliyor?

YÜCE: Evet biliyor.

İzmir kalkınsın, Kemeraltı kalkınsın diye mi bakıyor?

YÜCE: Önce.

Ama ileride bir kar gelir herhalde. Kendine gelmese bile çocuğuna gelir diye düşünülür herhalde?

YÜCE: Bir gayrimenkul ve alan iyileştirmeden bahsediyoruz. Dolayısıyla dünyanın neresinde başarılı bir şekilde yönetilmiş bir gayrimenkul şirketi zarar etmiş olsun? Mümkün değil. Ama kar dağıtmayacak. O zaman ne olacak? Onun da çaresi şu; biz bu şirketi 3 yıl içinde halka açacağız. Borsaya kote edeceğiz. Zaten elindeki varlık gayrimenkullerden oluştuğu için, şirket değerlemesinde hisselerin belirlediği değer olacak. Diyelim ki  1 liralık hisse 220 kuruş, 230 kuruş. İsteyen satar çıkar, isteyen borsadan alır girer.

Ama kar etmiyorsunuz?

YÜCE: Daha 6 senedir 1 kuruş gelirimiz yok.

Borsaya açılmak kar etmeyen şirketlerde oluyor mu?

YÜCE: Evet, eskiden mümkün değildi, son 4-5 senedir mümkün. Zarar eden şirketleri de borsaya açabiliyorsunuz.

Zarar eden şirkete kim katılır ya da hisse alır ki?

YÜCE: Şirket değerine bağlı. Bizim şu anda elimizde 12 proje var. Aşağı yukarı 80 projenin içinde bugüne kadar realize edebildiklerimiz. Üzerinde uğraştıklarımız var.  15, 20 tane projeniz varsa ve bunun bir kısmı gayrimenkullerden, bir kısmı iyi ortaklıklardan, bir kısmı doğru yatırımlardan oluşuyorsa, sizin şirketiniz değerlendirildiğinde, hisseniz ona göre ve onunla orantılı çıkacaktır. Bugün dahi  değerlendirseler, artık bu şirketin değeri 1 lira değil.

Türklerin özelliklerini söylerken ‘güvensizliğin yanında bir de gördüğüne inanır’ demiştiniz. Yani şimdi göstereceğimiz bir sürü şey var mı diyorsunuz?

YÜCE: Tabi.

Peki, borsaya açtığınız zaman kontrol kaçmaz mı? Pirana, köpek balığı girme ihtimali artmaz mı?

YÜCE: Hayır, A grubu hala baki. Yani şirketin yönetiminde yönetim kurulunun yarısından bir fazlasını A grubu hissedarlar seçiyor ve seçmeye devam edecek. Zaten sermaye piyasası tüm imtiyazlar içinde bir tek bu imtiyaza karşı çıkmıyor. Çünkü bu şirketi ve ortakları koruyan en doğru tedbirlerden bir tanesi. Onun için o imtiyaz baki kalacak.

Biz biraz gazetecilik, biraz dostluk kontenjanından yararlanarak, sizinle, yönetimle istediğimiz zaman görüşebiliyor, bilgi alabiliyoruz. Ama genel izlenim, TARKEM’in biraz kapalı kutu olduğu yönünde. Hal böyle olunca, sorular, senaryolar, endişeler artıyor.. Bu kentin ‘itiraz kültürü’ var ayrıca, genel/yerel iktidara dahi kafa tutan. Acaba bundan sonraki TARKEM, bu endişeleri gidermeye yönelik ne yapacak?

YÜCE: Bir kere bu gibi endişelere sadece saygı duyuyorum. Güzel bir şey. Çünkü bu duyarlılıktır. Biz de bunu peşindeyiz zaten.  Yani adam kentini seviyor ki sahip çıkmaya çalışıyor. O adam benim başımın tacı. Allah razı olsun. Ama diyoruz ki, bir; kapımız açık. Kim gelirse, elimizden geldiğince anlatmaya bilgilendirmeye çalışıyoruz. Gelemeyenin ayağına biz gidiyoruz. 153 sunum yapmışız bugüne kadar. Türkiye’de bana bir şirket gösterin Allah rızası için, kendini tanıtmak ve anlatmak için bu kadar gayret göstermiş olsun. Her gelen daveti kabul ediyoruz, davetine icabet etmediğimiz bir tek kişi yok.  Davet ediyoruz insanları, sadece bilgilendirmiyoruz, ağırlıyoruz da. Bir saati aşan bir brifingimiz var. Bu brifingi 150 küsür kere verdik. Bıkmadan, usanmadan da devam edeceğiz. Benim kentini çok seven, son derece duyarlı bazı entelektüel dostlarım var, çağırıyorum gelmiyor. Diyorum ki; lütfen, Allah rızası için, senin bu mevzudaki yorumlarını, önerilerini büyük bir zevkle okuyorum ve bir kısmından da istifade ediyorum. Ama gel. Gel sana bir anlatalım, tanıtalım.

Neden gelmiyor, ikna olmaktan mı korkuyor?

YÜCE: Hayır. Ben bu konuda hiçbir yorum yapmayacağım. Herkesin kendine göre bir değer yargısı, düşünce tarzı var. Hepsine saygı duyarım. Dolayısıyla bu şekilde kalmak, eleştirmekte devam etmek istiyorsa lütfen olsun. Çünkü bizim eleştiriye ihtiyacımız var. Bizim için onların bizi gözlüyor, izliyor ve eleştiriyor olmaları çok büyük bir nimet. Çünkü biz kendimizi o kadar kaptırmışız ki buna… Ancak sen dersen ki ‘Uğur görmüyor musun, bu duvar artık kirlenmeye başlamış, bunu bir badana yaptır.’ Ben göremem. Her gün işin içinde yaşayan insana körlük, kanıksama gelir. O yüzden daime bir dış gözün görüşüne/ bakışına/ önerisine ihtiyaç vardır. Dolayısıyla bu insanlar, bizim için çok değerli. Lütfen gelmiyorsa gelmesin, ikna olmuyorsa olmasın.

Tüm yöneticilerin bu sözleri dikkatle altını çizerek bir daha okumalarını isterim. Çünkü bu bakış açısı pek rastlanır bir bakış açısı değil. Çoğu, ‘en iyiyi/doğruyu’ kendilerinin bildiğine inanıyor.

YÜCE: Bunun TARKEM ile bir alakası yok. Ege Bölgesi Sanayi Odası’nın yönetim kurulu listesini oluşturuyoruz, seçime gireceğiz. Ben listenin başına Mehmet Refik Soyer’i yazdım. Bana Mehmet’in tüm dostu arkadaşı, herkes dedi ki, ‘Mehmet yönetim kurulunda çok büyük sorun olur, çünkü Mehmet ezeli ve ebedi bir muhaliftir.’ Dedim ki, ‘işte bunun için onu en üste yazdım.’ Başkanlık yaptığım zaman zarfında bana en çok yarar sağlayan Mehmet olmuştur. Her şeyi iki kere düşünmemizi sağlamıştır. Ben Mehmet’in o kadar çok faydasını gördüm ki.

Bunu yapmak için de bilgi ve özgüven gerekiyor ama.

YÜCE: Çok doğru. Yaptığınız iş iyi niyetli ve doğruysa, er geç zaten ortaya çıkacaktır. Kim ne derse desin, nasıl yaklaşırsa yaklaşsın, bunun hiç önemi yok. Aksi çok tehlikeli.

Sürekli ‘bravo çok iyi yaptınız/ne de güzel yaptınız’ diyenler, değil mi?

YÜCE: Çok tehlikeli. Yani insanlar beşer, beşer dediğin şaşar. Dolayısıyla ego şişmeye başlıyor ve biz bunun çok örneklerini gördük. Bakanlar çıkarmışızdır, bakan oluncaya kadar ‘Uğur Ağabeyciğim’, bakan olduktan sonra ‘buyurun Uğur Bey ne istemiştiniz…’ Ama bu arada bir Rifat Serdaroğlu’nu da, bir Ersin Faralyalı’yı da, bir Mehmet Köstepen’i de yaşadık. Zerre kadar değişmeyen karakterler, sağlamlığı oturmuş kişilikler. Her toplumda bunun çeşitli örneklerini yaşarız, yaşamaya da devam edeceğiz.

Dediniz ki; kapımız açık, gelsinler anlatalım. Mesela, sorularından biri. TARKEM kurulduğunda ilk ortakları aşağı yukarı biliyorduk, yayınlanmıştı basında. Yeni ortaklar eklendi ve biz bunları bilmiyoruz, TARKEM’in ortak listesini göremiyoruz..

YÜCE: Hazirun listesi var, ticaret sicile veriyoruz.

Sorunca cevap alamadıklarını söylüyorlar.

YÜCE: Mevzuları karıştırıyorlar. İki ayrı konudan bahsediyoruz. Bir tanesi bazı insanlar, üstelik ortak bile değil, genel kurula geliyor. Herkesin ortasında… Yine de ticari bir şirketten bahsediyoruz. Herhangi bir şirkete gidip ortaklarını soramazsın. Ama biz sana bu bilgiyi vermeyiz demiyoruz.  Alenen bunları paylaşmamız mümkün değil. Türkiye’de yasa var, kanun var. İnsanların bilgilerini onların izni olmadan paylaşamazsın. Ama buyur şirkete gel, ne istiyorsan, her türlü bilgiyi veririz diyoruz. Gelmiyor. İnsanlara şirinlik yapacağız diye birtakım başka insanların prensiplerini de çiğneyemeyiz. Hiç kimseden en ufak bir gizlimiz saklımız yok.

Hissesini devredenler oldu mu? Bu da yaygın konuşulan.

YÜCE: Bir kişi. O da Türkiye’yi terk etti, Almanya’ya yerleşti. Giderken de bana, buradaki her şeyimi kapattım dedi. Biz de onun hissesini aldık. Sırada bekleyen o kadar insan vardı, beni de ortak al diyen ama diğer ortaklara teklif ettik, aldılar. O kadar. Sadece 1 kişi.

‘Çocukluğum’ diyecek kadar sindirdiğiniz, aidiyet hissettiğiniz bir yer Kemeraltı. İyi bilirsiniz ki, Kemeraltı’nın bir ruhu var. O ruhu kaybetmekten korkuyor herkes. Asıl en büyük endişe bu.  Rant ve ruh birleşir mi? Rant ve ruh bir arada gider mi? Ya da o ruhun ne kadarı bozulsa Kemeraltı, Kemeraltı olmaktan çıkar? 

YÜCE: Bu tehlike var. Ruhun bozulma tehlikesi var. Dolayısıyla nasıl ortaklık yapısında şirketi koruyucu bir takım tedbirler aldıysak, stratejik planda da buna göre bazı tedbirler aldık. Stratejik planın birinci maddesi diyor ki; ‘buradaki koruma amaçlı imar planına sonuna kadar sadık kalınacaktır.’

Peki, koruma amaçlı imar planı ne diyor?

YÜCE: Koruma amaçlı imar planı da diyor ki; işte yıkamazsın, birleştiremezsin.. Yani ismi üstünde koruma amaçlı imar planı. Biz de o koruma amaçlı imar planı ve kurul kararlarıyla ve belediyenin almış olduğu kararlarla sınırlı hareket ediyoruz. Diyoruz ki; yerinde ve üstünde sadece bunu iyileştiririz, bunu imar ederiz, restore ederiz ama aslına sadık kalırız. Bu, yüzde 100 ruhu korur mu? Tartışılır. Kemeraltı’ndan içeriye giriyorsunuz, vilayet konağını geçtikten sonra hemen sol tarafta Süleyman Eczacıbaşı’nın eczanesi vardı. Binayı restore ettiler, şu anda orada bir ayakkabıcı var. Bina eski ruhunu koruyor mu? Korumuyor.  Bu ve buna benzer şeylere çok dikkat etmek lazım. Ama elinde bunu tamamen engelleyecek bir şey yok, burada endişe şu yönde olur; bazı yine kenti çok seven dostlar haklı olarak diyorlar ki, siz burayı soylulaştıracaksınız.  Ben de diyorum ki hayır, yanlış, burası zaten soyluydu. Biz bunu sadece ve sadece eski itibarına, eski soyluluk seviyesine çıkartmak istiyoruz. Gayri safi milli gelir çok düşüktü, bu insanlar bugünkü gibi zengin değildi ama soyluydu.

Ne demek istediğinizi anladım ama sözlüğe baktığımızda soylulaştırma; kentsel mekanlarda sınıf atlama olarak tabir ediliyor özetle. Atıyorum, orada Kemeraltı Şerbetçisi’nin yerine mesela Starbucks’ın gelmesi bir soylulaştırma olarak görülüyor. Veyahut Kemeraltı’nın çok nezih eski ayakkabıcısının yerine Louis Vuitton vs. markaların gelmesi. Soylulaştırmadan kasıt biraz bu…

YÜCE: Bunu çok iyi anlıyorum ama o zaman şu suali kendi kendimize sormamız lazım; Ben kimim, benim babam, babamın babası, yani bir iki nesil geriye giderek bir soy ağacıma baktığımda,  ben nasıl ve ne kadar soylulaşmışsam, ki toplumda çok az insan hala 100 sene evvelki şartlarda yaşıyor. Bunun adına evrim, gelişme diyorlar. Bir kere bu gelişimi toplumun her kesimi, her şey için düşüneceksiniz. Düşünmeye mecbursunuz. Ben kendim soylulaşacağım ama orası aslında hala eski ilkel ve iptidai yapısı altında kalsın. Yok öyle bir şey. Burada asıl önemli olan; orada bir deneyim var, orada bir tecrübe var, bizim nostalji dediğimiz eskiden gelen birtakım şeyler var. Onları nasıl koruyacağız, onların yaşamını sürdürmesini nasıl sağlayacağız. Ama onun eskisinden daha iyi şartlarda, daha hijyenik, daha düzenli, daha ulaşılabilir olması aslında eşyanın tabiatında olan bir şey. Yani toplum soylulaşıyor. Orası öyle hala bu virane şekliyle kalsın, olmaz. Dokusunu bozmadan, özüne sadık olarak iyileştireceksin kardeşim.  Çünkü kötüleşmiş.

Ben dünyayı sizin yarınız kadar bile gezmedim ama belgesellerin de katkısıyla, yurt dışında şunu görüyorsunuz. Tarihi şehirlerin açık hava müzesi gibi olduklarını, sanki zamanın durduğunu… 18OO’lü yıllarda pub ya da pastane olan dükkan, hala pub, hala pastane. Demek istediğim; 60 sene önce Kemeraltı’na gelmiş, bugün tekrar gezmeye gelen kişinin, ‘aaa bu da burada’ diyeceği şeyler olması lazım.

YÜCE: İşte onları korumak, bizim birinci hedefimiz. Bunun için uğraşıyoruz. Bunun için, bu sene Fuar’da bir Kemeraltı Sokağı düzenledik. Kemeraltı’na özgü tatları, lezzetleri mümkün olduğu kadar İzmir halkı hem tanımış hem görmüş olsun. Bizi de tanısın diye. Orada hem derneğin hem TARKEM’in standı vardı, broşürler bastırdık. Kendimizi anlatmak ve tanıtmak için ciddi bir gayret içindeyiz. Ama bu soylulaştırma tartışması bitmez. Bu her zaman, normal şartlar altında bunun eleştirilecek bir payı olacaktır.

Bu proje Aziz Bey’in önerisiyle teşvikiyle başlamıştı. Daha önce de sormuştum size; ‘şu anki belediye başkanıyla gayet güzel gidiyor ama yarın birgün değiştiği zaman, ki yüzde 30 yüksek bir hisse, bunda bir değişiklik olur mu?’ diye. Siz o zaman da sakin cümlelerle izah etmiştiniz. Şimdi durum nasıl?

YÜCE: Çok çok iyi. En ufak bir sorun yok. Önce Konak’ı söyleyeyim Abdül Batur Bey çok tecrübeli bir insan, ayrıca kendisi mimar, bu işlerle çok yakından ilgisi, Narlıdere Belediye Başkanı olmadığı zamanlardan beri bir bilgi ve tecrübesi olan bir insan. Ayrıca bizlere çok yakın, sevdiğimiz bir insan. Tunç Bey aynı şekilde.  Tunç Bey zaten bir Kemeraltı, tarihi alan sevdalısı ve bunu aldı, kendisinin en büyük projesi haline getirdi. Dolayısıyla çok şanslıyız. Çok şanslıyız derken bizi, şirketi kast etmiyorum. Buraya gönül vermiş herkes çok şanslı. Çünkü bu konuda gerçekten çok duyarlı, çok yardımcı, her ikisi de… Ayrıca İzmir Valisi Erol Bey de çok duyarlı, çok yardımcı. Bakanlıkla ilişkilerimiz, buradaki kültür turizm müdürlüğü ile ilişkilerimiz, STK’lar, odalar, tümüyle çok olumlu ve verimli bir dönem yaşıyoruz. Bir şirketin bu bakımdan olabilecek, en olumlu dönemini yaşıyoruz.

YÜCE: Buradaki ortaklar bir toplu iğne bile almadı dediniz. Kemeraltı Derneği Başkanı Semih Bey ile yaptığım röportajda; ‘biz İzmirli olarak uyduk, zaten imza atmıştık. Fakat İstanbullular almış olabilir’ dedi. Alınanlar ne?

YÜCE: Yok, o başka bir mevzu. 2006 yılında aslında bir çaresizlik içinde İzmirlilere… Bize bu çağrı defalarca yapıldı çünkü. ‘Bakın bu tarihi alan (Basmane) yazıktır günahtır 30-40 binlere satılıyor, alın bunları’ diye defalarca çağrı yapıldı. Diyelim ki sanayi odası kökenli Kipa, bugün de aslında TARKEM’de hakim olan arkadaşlar, biz kendi aramıza şunu konuştuk. Altın alıp satıyor muyuz, satmıyoruz, gayrimenkul ticareti yapıyor muyuz, yapmıyoruz, spekülatif midir, spekülatif. Biz neciyiz? Biz sanayiciyiz, biz üreticiyiz. Biz aslında buradan böyle bir rant için para yatırarak bir gelir elde eder miyiz, etmeyiz. Uymadı bize. Biz bunu reddettik. Defalarca bu çağrılara cevap vermeyince İstanbul’dan bir grup geldi, Fransız Sokağı’nı yapan grubun önderliğinde, Basmane’de birkaç sokağı ve aşağı yukarı 120 küsür ev aldı, çok ucuz fiyatlara… Ama onların da kendilerine göre birtakım beklentileri vardı. Belediye onların bu gayrimenkulleri almalarını teşvik etti ama onların beklentilerini karşılamadı, devlet de karşılamadı. İlk önce belediyeye dediler ki ‘siz bu sokakları iyileştirin, imar edin, bunları restore edin, biz de sanatçıları getirelim, zanaatkarları getirelim. Bu itibar görmedi. Sonra Ankara’ya gittiler, devlete gel sen yap dediler, o da yapmadı. Üstüne bir de mülteci kısmı çıktı.. Bir kısmı zaten sattı, ciddi bir şekilde el değiştirdi. Ama hala o grubun 60-70 tane gayrı menkulu var. Şimdi biz olaya sahip çıkınca, bizim yatırımlarımız başlayınca, artık onlar da burada bir gelecek görmeye başladıkları için, yavaş yavaş gelmeye başladılar. Göreceksiniz yakında bazı münferit iyileştirmeler, restorasyonlar olacaktır.

TARKEM bir motivasyon aracı gibi. Restorasyonlarla ilgili tam olarak ne yapılması gerektiği hakkında söz sahibi değil. Mesela balıkçılar çarşısının hali, beğenilmedi genel olarak. Eski yapıyı da andırmıyor, kimliksiz. Ruhu yok, kayboldu. Eski hali güzel miydi, değildi belki ama bir otantizm vardı. Onu da büyükşehir yaptı, büyük ortağınız. Orada sizin söz hakkınız yok muydu, bu olmadı veya projeyi görmediniz mi? İlhan Tekeli aynı zamanda TARKEM projesinin en önemli isimlerinden. Buradaki rolünüz ne?

YÜCE: Buradaki rolümüz çok yakında ortaya çıkacak. Çünkü biz başından beri, aslında bu projenin oranın temel ruhuna aykırı olduğunu defalarca dile getirdik. Bittikten sonra da belediyeye dedik ki; hiç olmazsa bunu topyekün bize kiralayın, biz buna en azında bir ruh katarak, hakikaten balıkçılar meydanı ve balıkçılar çarşısına dönüştürelim. Herkesin geldiği, akşam yaşayan bir yer yapalım. Aziz Bey, dünyanın en tatlı adamıdır, kayırmacılıktan çok çekinen bir adamdı. Bizim bu veya buna benzer hiçbir teklifimizi Aziz Bey kabul etmedi. Halbuki bunlar çok iyi niyetli tekliflerdi. Ama kamuoyu bunu, ‘TARKEM’E çıkar sağlıyor’ gibi yorumlayabilir endişesi ile tekliflerimizi kabul etmedi. Şimdi biz bu teklifimizi yeniledik. Bu kez belediye bunu ciddi olarak dikkate almaya başladı. Bizim çünkü orayla ilgili yapılmış çok ciddi konsept çalışmalarımız var. O zaman olmadı ama şimdi bu imkan tekrardan ortaya çıktı. İnşallah bir anlaşma ile sonuçlanırsa biz orayı olabildiği kadar, en azından bir albenisi olan cazibe merkezi haline getirmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Bizi de belediyeyi de rahatsız eden bir şey.

Bu soruyu daha önce de sorduğumda, sessiz kalışınızdan rahatsız olduğunuzu anlamıştım. Sessizliğinizden memnuniyetsizliğiniz belliydi ama açıklama yapmadınız. Yani suçlanmanıza rağmen niye bir şey söylemediniz?

YÜCE: Dünyada en kolay şey; biri danışmanlık, biri eleştirmenlik.  Bunların dünyanın en kolay işi, torun sevmek gibi… (Gülüyor) Balıkçılar meydanı gibi bir konuda bir uygulama yaparsanız çok beğenenler de olacaktır, hiç beğenmeyenler de olacaktır. Onun için burada yapılması icap eden, zaten en büyük yanlış orada… Dokuyu korumak demek, bu demek. Mevcut dokuyu koruyarak yapacaksınız, mevcut dokuyu eğer bozarak ve modernleştirerek hareket ederseniz, o zaman bunun bütün tarihi alana yayılması lazım. Yoksa o oranın tüm çevresini, ahengini bozuyor. Ama bunun için yapılacak bir şey yok. Mesela bizim fevkalade karşı olduğumuz bir Hisarönü projesi var. Bunun için defalarca, belediyenin her kademesinde ‘bunu bu şekilde yapmayalım, çünkü Hisarönü’nü eğer betonlaştırırsak ve oradaki küçük ufak tefek satıcılardan, şunlar bunlardan arındırırsak, ki oranın bütün özünü onlar yaratıyor, yanlış olur’ diye mücadele ediyoruz. Bugüne kadar, üstelik kuruldan çıkmış bir proje. Eğer o yapılırsa balıkçılar meydanı gibi pek çok insanın çok ciddi eleştireceği bir şeye sebebiyet vereceğiz.

Büyükşehir belediyesi mi yapıyor?

YÜCE: Evet. Projesi 2 sene önce bitti. Şimdi kuruldan da çıktı ama biz yaptırmamaya çalışıyoruz. Yani ruh bizim için çok önemli.

Yani ruh, sizin için ranttan da mı önemli?

YÜCE: Ne rantı, ne parası! Bu şirkette ne temettü vardır, ne kar payı vardır, ne ücret vardır. Daha 7 sene oldu, bir harcırah yönetmeliğimiz yok. Biz bu şirketin işleri için, bir yığın arkadaş gidiyoruz geliyoruz, Ankara İstanbul. Kim hangi otelde kalıyor, biletini nasıl alıyor, ben nereden bileyim! Beni de hiç ilgilendirmez.

Herkes cebinden yani?

YÜCE: Herkes cebinden harcıyor. Kimse de buna itiraz etmiyor. Ne maaş, ne para, hiç 1 kuruş yok bugüne kadar.

Kasanız da boş. Koskoca TARKEM, 25 milyon TL değil mi?

YÜCE: Evet. Bu farklı bir şirket. Biz de biraz farklı, biraz değişik olamaz mıyız?

Böyle paraya tapınılan bir dönemde insanlar, bunun sosyal sorumluluk projesi olarak ele alındığına inanamıyor, bu da gerçek. Kuşkular buradan doğuyor.

YÜCE: Bu bir sosyal sorumluluk projesi. Burada bir insanın kalkıp da kendi çıkarlarını ön plana alması söz konusu olamaz. Hiç kimse ama hiç kimseye biz, gel kardeşim sen şurada şunu yapacaksın demiyoruz. Bir yığın insan bize gönüllü geliyor, ben de bunun bir ucundan tutmak istiyorum diyor. Bu işlerin kurgusu kadar, sürdürülebilir olması da çok önemli. Mesela bizim yönetim kurulu 17 kişi ama 3 kategoride. 75’likler var, 60 yaş ve üstü olanlar var, 50 yaş civarında olanlar var. Bunlar da 5’er 6’şar kişiyle gruplanmış durumda. Mesela önümüzdeki sene 75’likler ayrılıyor. Ama aşağıdan gelen tedbir alınmış durumda, daha seçimli genel kurula 1 sene var, şimdiden 2020 yılında kimin başkan olacağı, kimin başkanvekili olacağı, 2 başkanvekilimiz dahil, yönetime kimlerin gireceği, o insanları fevkalade çalışan 3 tane komitemiz var. Finans ve yatırım komitesi var, sosyal komite var, teknik komite var. Bu komitelere daha yeni, 1 yıl önceden 7 tane arkadaşımız katıldı. Bunların her biri aslında bu şirkette yönetim kurulu üyesi olabilecek nitelikte insanlar. 4 kadın üyemiz var, bu sayıyı 6-7’ye çıkaracağız. Bütün gayretimiz insana bağlı bir sistem olmasın, kurumsal olsun. Herkes bilsin hedefi, gideceği yolu… Geçenlerde Kanada’ya Québec’e gittik, orada 2 tane eski şehir var, alt şehir ve üst şehir var. Sorduk, ne zaman başladınız, 1950’de dediler, ne zaman bitti dedik, daha bitmedi dediler. Ne zaman biter dedik, hiçbir zaman dediler… Bu proje de bitmez. Tunç Bey aday adayıyken bizi ziyaret etti, o ziyareti sırasında kendisine bir brifing verdik. Sordu, ‘bu ne zaman biter’ dedi, ben dedim ki ‘başkanım bu hiçbir zaman bitmez.’, ‘doğru haklısınız’ dedi. Bitmesin zaten.

Para kazanmaya ne zaman başlar şirket?

YÜCE: Şirket para kazanmaz, hissedarlar isterse borsada satar, çıkar. Şirket değer kazanır. Şirket değer kazanınca hissenin değeri artar. Eğer borsaya kote edip halka açarak çıkarsanız, o zaman şirketin borsadaki değeri aslında onun rantıdır. İsterse satar çıkar. Biz bunu sağlayacağız.

Bu ne zaman olur peki, değer kazanması?

YÜCE: 3 sene sonra. Şirket aslında şu an değer kazanıyor da… Bizim gayrimenkullerden bir tanesini 1 milyon dolara almışız, 1 milyon dolar o zaman 370 kuruştan hesap edilmiş, bugün 575 kuruş. Ben onu iyileştirdiğimde değeri 2 mislini aşacak. Hissem de 2 mislini aşacak.

Kemeraltı Hayat Platformu sözcüsü Cem Bey’in de, Dernek Başkanı Semih Bey’in de esnaf adına dile getirdiği aynı konular oldu. Dediler ki ‘büyük projelerin ve restorasyonların dışında önce buranın nefes alması sağlansın. Yani göle su gelecek ama kurbağanın gözü patlayacak; patlatmayın.’ Aydınlanma sağlanırsa, işporta hanutçuluk, önlenirse, küçük dinlenme alanları olursa, burası canlanır nefes alır diyorlar. TARKEM’in bu konularda sorumluluğu nedir? Kemeraltı ile ilgili yöneticilerle çok sık diyalog halindesiniz en azından…

YÜCE: Tabi bundan mutluluk duyuyoruz. Bizi İzmir Büyükşehir Belediyesi, Konak Belediyesi gibi görmeleri çok onur verici… (gülüyor) İnşallah başkanlar alınmazlar. Ama biz her iki belediyenin de müsaade ettiği oranda bu çalışmaların içinde bulunduk. Hatta onun ötesinde bir şey yaptık. Biz burada İzmir Büyükşehir Belediyesi ile birlikte 20 tane atölye çalışması yaptık ve oradaki esnaf, mülk sahipleri 795 kişi katıldı bu çeşitli atölyelere. Biz aslında onların düşüncelerini sorduk, onların ihtiyaçlarını, şikayetlerini tespit etmeye çalıştık. Ondan sonra da tüm proje çalışmaları da buna göre yapıldı. Aslında söylediğiniz anlamdaki tüm projeleri hazır. Tunç Bey de diyor ki, ben bunları uygulayacağım. Biz de büyük bir heyecan ve ümitle bekliyoruz.

Altyapı sorunuyla ilgili çalışmalara başlamışlar zaten.

YÜCE: Altyapısından başlamak üzere, tenteler… Aydınlatma için dünyanın en iyi kuruluşlarından birine master plan yaptırıldı. Biz bunun vilayet ve emniyetle olan bağlantısını sağladık. Kurulacak olan mobese, mobeselerin ve aydınlatmanın birbirini tamamlayıcı ve destekleyici olması lazım. Tunç Bey 2023’e kadar bunları bitirmiş olacağım diyor, Abdül Batur Bey de çok hassas bu konuda.

Abdül Bey de aynı şeyi söylüyor, Tunç Bey ile beraber çok uyumlu çalıştıklarını dile getirdi.

YÜCE: Bunlar olacak, bunların olması için uğraşıyoruz ama bunlardan biz sorumlu değiliz. Biz bunların olması için sade vatandaştan biraz daha ötesinde bu çalışmalara katılıyor, katkı yapmaya çalışıyoruz.

Halka açılırken, Kemeraltı esnafına bir öncelik olacak mı, öneri?

YÜCE: Biz bu şirketi kurarken ortaklardan önce Kemeraltı Esnaf Derneği’ne gittik. Nitekim o zaman Hasan Ceylan Bey başkandı, Hasan Bey ve yönetimi bize çok destek oldu. Hatta bazıları ortak oldu. Semih Bey de o dönemde girdi. Biz daima esnafın buraya ortak olmasını teşvik ettik. Takdir edersiniz ki bir esnafa gidip de ‘ver 20 bin lira’ diyemezsiniz. Onun için çok büyük para olabilir ama halka açıldığınızda ister bin lirayla, ister 100 lirayla ortak olabilir. Onun için tabi ki ilk çağrıyı tüm Kemeraltı esnafına, sakinlerine yapacağız. Bizim orada aşamalı bir planımız var. Önceliğimiz Kemeraltı yani tarihi alan, sonra İzmir halkı, sonra Türkiye’de yaşayan İzmirliler, sonra dünyada yaşayan İzmirliler ve sonra arzu eden herkes. Roadshow’lar buna göre yapılacak, çalışmalar buna göre yapılacak, öncelikler buna göre tespit edilecek, talep reddetme hakkı olacak. Öyle herkes ben geleceğim bundan alacağım falan, yok öyle bir şey. Her şeye dikkat edeceğiz.

Siz 3 yıl önceki röportajda ‘esnafa yalvarıyorum’ lütfen satmayın’ demiştiniz. Sıkışan esnafın, dükkanını satmamasını, ‘ burası değerlenecek satma dayan’ dediğinizi. Ne öneriyorsunuz, neler yapıyorsunuz? TARKEM’in dükkanları topladığı yolunda da söylentiler oluyor.

YÜCE: Hiç kimse dükkanları toplamıyor, bir kere bizim ortağımızın böyle bir uygulaması yok. Bizim bir ortağımız bugüne kadar bir toplu iğne satın almadı. Eğer kim bunu iddia ediyorsa, aynı zamanda ispatla mükelleftir. Bu çok büyük bir iftira… Ama bir başka yönünden de bakacak olursanız; eğer oranın tarihi dokusuna sadık kalacaksa, bizimle imzalamış olduğu etik sözleşmenin hükümlerine sadık kalacaksa, onu kendi üstünde ve yerinde iyileştirecekse alsın lütfen kardeşim! O almayacak, bu almayacak, kim alacak?…

Mülk alırken belli bir taahhüt imzalıyor değil mi? Zaten orası, sit alanı.

YÜCE: Orası tamamen koruma altında ve bununla ilgili tamamen koruma amaçlı imar planı var. Bununla ilgili sadece o tarihi alana sahip çıkan bir kurul ve belediyeler var.  Zaten istese de bunlarla sınırlı. Ama bence artık TARKEM ve ortakları bu mevzudaki başından beri hiç şüphe edilmeyen iyi niyetini topluma kanıtlamıştır. Dolayısıyla alırsa da alsın, yaparsa da yapsın kardeşim. Lütfen alsın ve yapsın. Buna mukabil, biz hiçbir zaman bir mal sahibine ‘gel kardeşim  malını sat’ demiyoruz, tam tersine ‘satma kardeşim’ diyoruz. ‘Eğer sıkıntıdaysan mesela restorasyon karşılığı bize kirala, biz bunu restore edelim ama mülkü sende kalsın, biz iyileştirelim senin gelirin artsın veyahut gel şirket kuralım sen bunu ayni sermaye olarak koy, onu iyileştirecek restorasyon parasını biz koyalım.’ Her türlü modeli öneriyoruz. Bizim aklımıza başka bir formül gelmiyor, senin aklına gelen varsa lütfen söyle diyoruz. Şu anda elimizde 5-6 değişik model var. Ama eski zamandaki gibi gel el sıkışalım diyemeyiz, biz de çok ortaklı bir şirketiz. Dolayısıyla işi onun açısından da bizim açımızdan da mümkün olduğunca, yarın sorun olmayacak bir anlaşmaya bağlıyoruz. Ama bu anlaşmada son derece esneğiz. Mesela Oteller Sokağı’nın yanında mükemmel bir bina var. Onun varisleri geldi dediler ki, ‘bizim paramız yok, burayı iyileştiremeyeceğiz ama bu dede yadigarının bizde kalmasını istiyoruz.’ Ne yapabiliriz dedik. ‘Biz bunu size kiralayalım, hatta isterseniz 49 yıllığına kiralayalım ama siz bunu koruyun iyileştirin lütfen’. Peki dedik anlaştık, kira sözleşmesi yaptık. Bir taraftan onlara kira ödüyoruz, bir taraftan binayı restore ediyoruz. Bizim zaten gençlik konaklama projemiz var, burası da ona ilave olacak. Onun üzerine kalktık gittik oteller sokağında bir yanık otel vardı, senelerdir öyle duruyor, onu 40 yıllığına kiraladık, şimdi onu restore edeceğiz, o da konaklamanın 3. Zinciri olacak. Tevfik Paşa Konağı’nın arkasındakileri zaten satın almıştık, o da 4. Konaklama olacak.  Hatuniye ve civarını konaklama üzerinde, Havra Sokağı ve civarını yeme içme, Kestelli yokuşu ve civarını da aslında şirketlerle ilgili tasarımlar, tasarımla ilgili bir tasarım geliştirme bölgesi olarak planladık… Bunları da aslında durup dururken seçmedik, çok ciddi araştırmalar yapıldı. Asıl temel amaç, öyle yerler seçiyorsunuz ki, onu iyileştirdiğiniz zaman çevresine olumlu etkisi olsun. Akupunktur dediğimiz bu… Başka türlü de zaten bu kadar geniş bir alanı iyileştiremezsiniz.

Yapılan restorasyonlar içerisinde içinize sinmeyen?

YÜCE: Bizde yok. Çünkü en ince detayına kadar müdahiliz. Biz onun dokusunu değiştirmeden yapıyoruz,. Eski fotoğrafları var, bittiğinde bakabilirsiniz, doku tamamen aynı.

Kemeraltı’nın üstünün kapatılması?

YÜCE: Çarşının üstü kapatılamaz, öyle bir şey olamaz. Zaten ona kimse müsaade etmez. Ne öyle bir düşünce, ne de öyle bir proje, ne öyle bir imkan var. Koruma altında orası…

TARKEM, Kemeraltı neredeyse tüm hayatınızı kaplamış gibi. Sizin hayatınızda 5’er yıllık plan yaptığınızı biliyoruz. 60’dan sonra İtalyanca, 70’de İspanyolca öğrendiniz. Şimdi 5 yıllık planda neler var?

YÜCE: Yok şimdi 3 yıllık yapıyorum, yaşım ilerledi (gülüyor). TARKEM’den ayrılacağım. Zaten ayrıldım, murahhas azalığı bıraktım 6 ay kadar oluyor. Artık şirkette ben de sade bir yönetim kurulu üyesiyim. Benden 1 yıl boyunca TARKEM’in şirketlerinin koordinasyonunu sağlamamı istediler, memnuniyetle kabul ettim, önümüzdeki sene inşallah onu da bırakacağım, genel kurula kadar. Yani 1 yıllık süreç sonunda TARKEM ile ilgili şeyi bırakacağım.

Ama bu TARKEM’den elimi ayağımı çekeceğim anlamına gelmiyordur, umuyorum?

YÜCE: Genel kurulda söyledim.

Tecrübeler nasıl aktarılacak, bunun için sıfat bulunamaz mı?

YÜCE: Ben bunu kendim için söylemiyorum da, TARKEM’in kuruluşundan beri birlikte çalıştığımız çok değerli arkadaşlarımız var. Ayrıca bu kentte ve ülkede TARKEM’e fikirsel olarak çok katkısı olabilecek insanlar var. O nedenle TARKEM’e şunu önerdim, dedim ki; TÜSİAD bunun formülünü tarihte bulmuştu, ayrıca çok da müthiş, yüksek istişare konseyi falan gibi bir tabir katmıştı buna. Siz de dedim artık bir yüksek istişare konseyi kurarsınız, bizleri de makasla doğrar yıldız yaparsınız. (kahkahalar) Ama Aziz Kocaoğlu geçenlerde güzel bir şey söyledi, dedi ki; ‘ağabey sen onu şimdiden kur, yoksa senden sonra kurmazlarsa açıkta kalırsın’, çok güldük.

Ayrılmadan önce bir yüksek istişare konseyi, daha doğrusu bir danışma kurulu yapacağız. Bir danışma kurulu TARKEM için gerekecektir. Bize görev verirlerse orada mutlaka görev alırız. Ama şöyle; Kentimiz İzmir Derneği, benim çok önem ve değer verdiğim bir dernek. Çok da başarılı çalışmaları var. Çok güzel şeyler yapıyor. Bugüne kadar özellikle biz TARKEM’in gölgesi altında kalmasına dikkat ettik, faaliyetlerini de sınırladık. Tarihi alanla sınırladık, çünkü tarihi alan 1. önceliğimizdi. Ama bu sene 1 yıl boyunca aynı zamanda derneği, kentin bir derneği haline getireceğiz. Onun birinci temel fonksiyonu aslında kent değerlerini korumaktır. Kent değerleri için biz zamanında çok ciddi bir diyalog konferansı yapmıştık Bilkent Üniversitesi’yle beraber. Orada 480 küsür kent değeri ortaya çıktı. İçinden 20 tanesini biz önceliklendirmiştik. Kademe kademe artık onlara sahip çıkarak başlayacağız. Tarihi alan bir taraftan rayına oturmuş bir şekilde yürürken, diğer taraftan bir örnek vereyim; Sayın Aziz Kocaoğlu bir tarihte bizi bir otobüsle kuş cennetine  götürdü, kuş cennetinin bir noktasına geldik, otobüsten indik. Ben daha önce oraya gitmiştim, çocukları da götürmüştüm, kuş cennetinin bizim için bittiği yerdi, orada bitiyordu kuş cenneti. Aziz Bey dedi ki; şimdi içeri gireceğiz 20 kilometre kuş cenneti. Meğerse bizi kuş cennetine sokmuyorlarmış. Ben kuş cennetini 3 sene önce keşfettim, Homeros Vadisi’ni 3 sene önce keşfettim. Homeros’un mağaralarına biz gidelim çekim yapalım dedik, pislikten giremedik. Ama bu kentin hakikaten değerleri var, çok önemli değerleri var. Bu kent bunları birer öykü haline getirip pazarlayamıyor. Tarihi alan; Agorasıyla, Yahudi Müzesiyle, eski Türk Mahallesiyle, amfi tiyatrosuyla, Kadifekalesiyle falan, bir kanaldan yürüyüp gidecek ama İzmir’de daha o kadar çok önemli değerler var ki, o yüzden de derneğe sahip çıkacağım. Yeni 3 yıllık planda, Kentimiz İzmir Derneği’nin kente sahip çıkması var.

Kente sahip çıkarken ortaya bir de muhalif Uğur Yüce çıkar mı, ne olur acaba?

YÜCE: Muhalefet bize yakışmaz. Çünkü ben hep söylüyorum; danışmanlık, muhalefet falan bunlar çok kolaycılık. Muhalefet etmek yerine mümkün olduğu kadar yol gösterici olmak…  Rahmetli Raşit Özsaruhan bana derdi ki; ‘oğlum bilmiyorsun bak, Türkiye’de iti öldürene sürütürler. Habire fikirler ortaya atıyorsun üstüne kalıyor.’ (gülümsüyor) Şimdi biz bundan korkmuyoruz ve kaçmıyoruz. Biz birtakım öneriler geliştirilir üstümüze de kalırsa üstümüze düşeni yaparız.

Kemeraltı Derneği, Kemeraltı Hayat Platformu hakkında ne düşünüyorsunuz, sorumlulukları, güçleri için..

YÜCE: Şunu bilhassa belirtmek istiyorum; başta Kemeraltı Esnaf Derneği bizim için çok önemli. Çünkü aslında eli taşın altında olan insanlar onlar. O insanlar oranın mevcut dokusunu oluşturan insanlar. Dolayısıyla bizim o insanlardan farklı düşünmemiz, farklı hareket etmemiz diye bir şey bahis konusu olamaz. Biz burada, o insanlara her türlü yardım ve desteği sağlamak için varız. Kemeraltı Esnaf Derneği’nin kalkıp da belirli bir takım siyasi mülahazalarla kendine bir şeyler sağlamak için hareket eden insanlar yerine bizim bu iyi niyet ve gayretimizi anlayan insanlarla birleşmesi, bütünleşmesi ve kendi alanına sahip çıkması bizim için çok önemli… O bakımdan çok mutluyuz. Kemeraltı Platformu keza… Keşke Cem Bey’in düşündüğü, öncülüğünü yaptığı gibi daha nice belirli bir takım gruplar, platformlar oluşsa… Biz bunu istiyoruz zaten. Bizim istediğimiz; İzmirli, bu kadar önemli olan bir değerine sahip çıksın. Bu insanlar buna sahip çıkıyorlar, Allah razı olsun ve bunların sayısı çoğalsın.

Cem Bey diyor ki, çarşı kendi markasını yaratsın. Buna TARKEM öncü olamaz mı?

YÜCE: Olabilir. Gelsin lütfen bize, 15-20 metre mesafede kendisi… Lütfen platform bizimle düşüncelerini paylaşsın, elimizden geldiği kadar yardımcı olmak için ne gerekirse yaparız. Yeter ki bu ortaya konulmuş olan düşünceler aynı zamanda kamuoyunun ortak düşünce ve temennilerini temsil etsin, belediyeye, yasalara, imar planlarına, koruma amaçlı imar planlarına aykırı olmasın. Ortak akla aykırı olmasın. Onun dışında biz her şeye açığız.

O da kaygılarını iletirken, ünlü markaların Kemeraltı’na gelmesi ihtimalinden bahsetmişti. Gelecek mi Louis Vuition’lar , Mc Donalds’lar?

YÜCE: Bizim ne böyle bir arzumuz, ne böyle bir girişimimiz var, ne bunu teşvik ederiz, ne buna katılırız. Asla! Ama açıkçası bizim bunu engelleyecek bir imkanımız da yok.

Mesela Mc Donald’s gelip ben şurayı alacağım restore edip kullanacağım dediğinde karşı duramaz mısınız?

YÜCE: Ona karşı durması icap eden, netice itibariyle bir tarihi alan yönetmeliği çıkartır devlet veyahut belediye, buna müsaade etmeyebilir. Ya da toplum buna karşı çıkar. Dünyada örnekleri var. Öyle kentler var ki Mc Donald’s gelmiş ama insanlar dayanışma içinde buradan alışveriş etmeyeceğiz demişler, 1 sene 2 sene zarar etmiş kapatmış gitmiş. Neden olmasın? Sosyal medyanın bu kadar geliştiği, insanların artık bu kadar duyarlı hale geldiği bir ortamda…. Nasıl Kültürpark’ıma Dokunma var, Kemeraltı’ma Dokunma platformları oluşur. Bunları da zaten lütfen Cem Beyler yapsın yani. 10 bin üyem var diyor. Bu inanılmaz bir güç. 10 bin kişiyi harekete geçirsin, o açılacak olan şeyin kapısına dayansınlar. Bu kadar basit.

Bunu sağlayacak olan esnafın kendisi diyorsunuz yani?

YÜCE: Tabi ki. Biz elimizden gelen desteği veririz. Biz öyle bir şeye asla ama asla çanak tutmayız.

Mesela, bir öneri de esnafa ucuz ve güvenilir mal tedarikinde kooperatifleşerek yardımcı olabilir TARKEM. Böyle bir proje var mı?

YÜCE: Esnafa yardımcı olma konusunda esnaftan gelecek her türlü talebe açığız. Çünkü temel ilkelerimizden biri onların oradaki varlığını sürdürmesi… Orada ayrılıp giden 30-40 dükkan sayabilirim, oranın mevcut dokusunu zenginleştiren ve güzelleştiren insanlar. Dolayısıyla onları orada koruyabilecek, varlıklarını sürdürmelerini sağlayabilecek her türlü yardım ve desteğe açığız. Yeter ki istesinler.

2019 stratejik planında mecliste ‘İzmir’de kentsel dönüşümlerde soylulaştırma yapılmayacak’ diye bizzat Tunç Soyer’in sözü eklendi. Bunu özellikle koyması neye bağlı?

YÜCE: Düşüncelerimizin aslında ne kadar paralel olduğunu gösteriyor. Biz de öyle düşünüyoruz. Ayrıca bizim de tarihi alanla ilgili stratejik planımız bunu emrediyor. Bu aslında Tunç Bey ile ne kadar aynı paralel de olduğumuzu gösteriyor.

İlhan Tekeli o zaman soylulaştırma projesi lafını da kullanmıştı aslında…

YÜCE: Hayır. Katiyyen. İlhan Tekeli bunun bir tehlike olduğunu söylemişti. Tunç Soyer de teminat altına aldı. Gayet de doğru. Bizi çok mutlu etti. Biz de bunu istiyoruz.

Aslında bu sadece Kemeraltı için değil, diğer bütün tarihi alanlar; Damlacık, Basmane değil mi, hepsi geçerli?

YÜCE: Hepsi için geçerli olması lazım. Buradaki hadise o değil, buradaki hadise kelime oyunu. Soylulaştırma kelimesinin üzerinde nüanslarıyla oynuyorlar. Yani bizde soylulaştırmaya yüklenen anlam maalesef, bir takım yabancı markalar falan filan. Yoksa, aslında gerçek seviyesine çekmek soylulaştırmak. İyileştirmeyle soylulaştırmayı karıştırıyorlar. Biz iyileştirme peşindeyiz, çünkü kötüleştiğini düşünüyoruz.

Ama işte Tarlabaşı, Sulukule’nin başına gelen…

YÜCE: Ama oradaki uygulama çok farklı.

Oradaki uygulamalar kötü intiba yarattı insanlarda.

YÜCE: Kötü emsal misal olamaz.

Soylulaştırmadan kasıt; oradaki insanların mallarının yok pahasına alınıp yerlerine başka bir sınıfın gelmesi…

YÜCE: O amaçla yola çıkılmış da o yüzden, yol haritası o. Bizim yol haritamız tam tersi. Biz burada Şerbetçi öldü, yas tuttuk. O Kemeraltı’nın en önemli sembollerinden bir tanesiydi.

Siz TARKEM’in KİPA ile mukayesesine de kızdınız, röportaja yaptığınız yorum öyle gösteriyordu.

YÜCE: Ama bunlar mukayese edilecek şeyler değil. Bir tanesi; bir ticarethane kuruyorsun, temel amacın kar etmek ve netice itibariyle bunu büyütüyorsun, gayet karlı bir şekilde kentin ekonomisine 154 milyon dolar para sokuyorsun, bu olsa olsa alkışlanır. Ne oldu, adam aldı KİPA’yı beraberinde İngiltere’ye mi götürdü? Dolayısıyla beni en çok üzen… Rahmetli babaannem ben çocukken ‘Aklımı koru ya rabbim’ derdi, ne demek istediğini anlamazdım. Şimdi yaşlandıkça anlıyorum ve ben de çok sık kullanmaya başladım. Bir de son zamanlarda başka bir laf dilime dolanmaya başladı; ‘Bilgisi olmadan fikri olanlar ülkesi.’ Bu bambaşka bir şey. Gel sor anlatalım. Ha ikna olmadın, biz seni ikna etmek için elimizden geleni yaparız anlatırız ama bilgin var, bilgin varsa o zaman bir fikrin de olacaktır. Buna saygı duyarım ama bilmiyorsun devamlı fikir üretiyorsun. Yanlış! Bir de şunu kabul etmem hiç mümkün değil; tamamen varsayımlar üzerine dayalı suçlamalar. Olmaz! Bu haksızlık. Sor kardeşim, sordun da sana cevap mı verilmedi. Üstelik bizim iyi niyetimizi çok iyi biliyor.


Sign of the City Awards’ta TARKEM, “En İyi Kültürel Mirası Koruma ve Yaşatma” ödülüne layık görüldü



Sayfa Adresi: http://www.gercekizmir.com/haber/TARKEM-in-kurucularindan-Yuce-Muhalif-basimin-tacidir/73213