Nalbantoğlu ilk kez Gerçekizmir'e konuştu: Soyer ile birbirimize 'yoldaş' deriz!

6 Mart 2020 Cuma   01:39

Siyasette yeni olmamasına, farklı partilerde etkin görevlerde yer almasına rağmen, ‘konuşmasıyla’ değil ‘derin sessizliği’yle dikkat çeken bir isim o.

80 öncesi TKP, sonrasında DSP, sonrasında İsmail Cem'in partisi YTP ve nihayet CHP'de yer almış, iki kez CHP İzmir İl Başkanlığı yapmış, CHP bilim kurulu ve Parti Meclisi’nde iki kez bulunmuş, meslek örgütünde her zaman yeri olmuş bir siyasetçi olmasına… Siyaset yapmayı hiç bırakmamasına, bırakmayacağının altını çizmesine rağmen, Google’a girip ismini yazdığınızda, bunca yılın karşılığı olarak sadece 95 bin 300 karşılığı görmeniz de sessizliğinin somut kanıtı... (İl başkanlığında ikinci dönemine başlayan Deniz Yücel’in 15 milyon 100 bin olarak göründüğünü de vereyim ki demek istediğim anlaşılsın.)

Sessiz olmak, görünmemek; ‘yok olmak, yok sayılmak değil’in karşılığı da o aynı zamanda.
Siyaset sahnesinde olup onun kadar az konuşan, onun kadar ‘yok’ denecek kadar az röportaj veren, ketum, konuşma tekliflerine genellikle, polemiğe kesinlikle kapalı,  gazetecilerle paslaşmayan sanırım çok az sayıda siyasetçi vardır ki gazeteci açısından bu özellik hem külfet, hem nimettir.  Konuşmadığı için malzemesiz kalırsınız külfettir, konuşursa ambalajı ilk açan siz olursunuz, nimettir.

TÜRMOB Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği yönetim kurulu üyesi olan Rıfat Nalbantoğlu ile bu, ikinci karşılaşmamız.  2009 Eylül’ünde CHP İzmir İl Başkanlığı döneminde yaptığım röportajdan sonra, ısrarlı aramalarım sonucu bir kez daha sohbet için bir aradayız.

Aktif siyasetçiler bilirler ama siyaseti sadece basından izleyenler için yeni olabilir, Rıfat Nalbantoğlu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in siyasi ayaklarından biri; kendisi tevazu gösterse de en önemli siyasi ayağı. Soyer, başından itibaren ‘ben yerel siyasete doğrudan katılmayacağım, sadece kentle ilgili çalışmaları yürüteceğim’ sözüne uygun davranıyor, geçmişte Aziz Başkan’ın yaptığı gibi örgüte doğrudan müdahil olmuyor, siyasi faaliyeti, başta Rıfat Nalbantoğlu olmak üzere, bir grup arkadaşı götürüyor.

Bir yıl öncesi yerel seçimlerde aday belirlemede etkinliğiyle, bir yıldır Başkan Soyer ile birlikte çalışmasıyla, CHP’nin ilçe kongreleri ve il başkanlığı seçimlerinde aktif olarak yer almasıyla adını sürekli duyduğumuz Rıfat Nalbantoğlu’nda söz sırası. Çok sordum, bazen yeterli, bazen az, bazen hiç cevap alamadım ama bazen söylenmeyen sözler, söylenenlerden etkin oluyor kanaatiyle, sizi baş başa bırakıyorum bu uzun röportajla… 

GÖNÜL SOYOĞUL: Sizinle son yaptığım röportaj Eylül 2009 tarihini taşıyor ve CHP İzmir İl Başkanı olduğunuz zamanlar.  O zaman da söylemişim size, il başkanı olmanıza rağmen az konuştuğunuzu.  Oysa politikacılar çok konuşurlar, çünkü sermayeleri konuşmaktır.   Ama siz o sermayeyi pek kullanmıyorsunuz, niye?

RIFAT NALBANTOĞLU: Çünkü onun bir sermaye olduğunu düşünmüyorum.

Soruyu yanlış ifade ettim galiba.

NALBANTOĞLU: Hayır. Ben bir sermaye olduğunu düşünmem. Tabi ki gerek gördüğünüz yerde, kendinizi ifade etmek ya da işgal etmekte olduğunuz yeri konumu, koltuğu ifade etmek için konuşursunuz. Mesela il başkanısınız, il başkanı olarak partinizle siyasetle ilgili bir şey söylemeniz gerekiyorsa mutlaka söylenir. O söyleşide de aslında benzer şeyler söylemiştim, bunun bir insanın tarzı olabildiğini... Yani sürekli konuşarak sürekli bir şey söyleyerek var olmaya çalışmanın tarzım olmadığını,  hakikatten ihtiyaç olduğu zaman konuşulması gerektiğini.

Konuşmadan, siyasetten kopmadan, ‘siyasetten hiç vazgeçmeyeceğim’ diyen kimliğinizle, geçmişten bugüne gelerek, siyasetin sizin için ne ifade ettiğini sorayım o zaman.

NALBANTOĞLU: Şimdi ben aynı zamanda Türkiye’nin en büyük sivil toplum örgütlerinin birinde Mali Müşavirler Odalar Birliği’nde uzun süredir yöneticilik yapıyorum. Her mesleğin olduğu gibi mali müşavirlik mesleğinin de onlarca sorunu var.  Teorik olarak çok yakından bildiğim bir şeyi bu yöneticilik sırasında da net olarak gördüğümü söyleyeyim. Sivil toplum demokratik kitle örgütleri, odalar, sendika ve benzeri işlerin bir baskı grubu olması, bu baskı gurubu yoluyla bazı işlerin çözülmeye çalışılması bir teorik doğru.  Ama Türkiye’nin pratiğiyle çok uymuyor. Türkiye’de her iş siyasetle çözülüyor. Yani mesela mali müşavirlikten  o yöneticilikten çıkarak söylersem,  siyaset kurumu dışında çözülebilmiş bir tane sorun yoktur. Ve tabi siyaset kurumu vasıtasıyla gelmemiş bir tane sorun da yoktur. Sorunların hepsi hep siyasetten geliyor. Çözüm de varsa siyaset…   Hayatın kendisi olduğunu düşünüyorum ben siyasetin. Ve hakikatten söyleyecek bir şeyin varsa konuşmak gerektiğini…

Dünyada böyle değil ama Türkiye için böyle diyorsunuz… Üzücü değil mi?

NALBANTOĞLU: Tabi... Sivil toplum örgütlerinin, odaların, sendikaların, hakikatten bunların gerçek işlevleriyle çalıştığı, gerçek işlevleri olduğu yerde hepsi çok değerli işler, çok önemli işler. Ama Türkiye’de çözüm sadece maalesef siyaset kurumundan oluyor. Çözümsüzlük de siyasetten oluyor, sorunlar da siyasetten oluyor.  Söyleyecek sözünüz varsa kendinizi böyle hissediyorsanız, söylemeniz gerektiğini düşünüyorsanız, siyaset... Başka bir yolu yok bunun yani.

Sizin etkin görevde olduğunuzda bile az konuşuyor olmanız bir yana hiç konuşmadığınız, hiç ortada görünmediğiniz, radarımızdan tümüyle çıktığınız dönemler de oldu. Bir süredir görüş alanımıza yeniden giriş yaptınız Tunç Soyer’in başkanlığıyla birlikte… Tunç Soyer ile siyaseten yol arkadaşlığı yapıyorsunuz. Ne zamana dayanıyor tanışıklığınız?

NALBANTOĞLU: 2009 yılına benim il başkanlığı dönemime… Sayın başkanın Seferihisar aday adaylığı dönemine dayanıyor. Hatırlarsanız o sırada Seferihisar’dan  Anavatan Partisinden bizim partimize katılmış, Hamit Nişancı diye bir arkadaş adaydı. O da mutlaka değerli bir insandır, tanımıyorum, tanımadığım için de çok üzgün değilim ayrı. Ben de il başkanı olarak mutlaka Tunç Soyer’in olması gerektiğini düşünüyordum. Bunun için bir il başkanı ne yapabilirse onu yaptım. Ama sonuçta tabi ki il başkanları bu işlerde biraz daha etkilidirler. Ama tek dinamik asla değildirler. Partinin bir sürü organı var, bir sürü kurulu var, en azından genel başkanı var. O zaman biliyorsunuz Deniz Baykal’dı genel başkanımız, Deniz Bey’e de dilimizin döndüğünce, aklımızın yettiğince Hamit Nişancı’nın değil, Tunç Soyer’in aday olması gerektiğini taahhüt etmeye çalıştık. Arkadaşlığımız da o sırada doğdu. (gülümsüyor) Biz birbirimize “yoldaş” deriz konuşurken…

Öyle mi?

NALBANTOĞLU: Hitap ederken de "yoldaş" deriz. Evet, bu eski bir yol arkadaşlığıdır. 2014’te tekrar yerel seçimlerde Tunç bey Büyükşehir’e adaydı. Aday olmak istedi. O süreçte de birlikteydik. Ama  her şey senin planladığın gibi olmaz. Bir sürü dinamik var. Genel başkanımızın ve partimizin o dönemki MYK'sı ya da yetkili kurullarının iradesi ,Sayın Kocaoğlu’ndan yana gelişti. O da sağ olsun partimizin yüzünü hiç aşağıya indirmeden, hiç başımızı öne eğdirmeden çok iyi bir belediye başkanlığı dönemini tamamladı. Bizim Tunç Soyer ile oralardan gelen yol arkadaşlığımız, bugüne kadar devam etti, ediyor.

Bu süreçte partinizin Büyükşehir adayı olmasında herhangi bir katkınız oldu mu Tunç Bey’e?

NALBANTOĞLU: O sizin bahsettiğiniz radarınızda çok olmadığımız dönemde, ben hep partiyle ilişki içindeydim. Partiyle hiç ilişkimi kesmedim.  Mali müşavir odalar birliği vesilesiyle de Ankara'da çok zaman geçirdiğim için partinin, başta genel başkan olmak üzere MYK üyeleriyle  benim diyaloğum hiç kesilmedi, hepsiyle devam etti, hala çok iyidir hepsiyle diyaloğum. Tabi biz de görüşümüzü söyledik ama  biz söyledik öyle oldu diye bir şey yok.  Bu çok büyük bir iddiadır.

Anlaşıldı, cevap alınmıştır.

TUNCAY ÖZKAN’A KARA KEDİ DENİR Mİ? BU PARTİ SUÇUDUR…

Aziz Bey, hepimizin bildiği gibi, yerel siyasete hep müdahil olmuştu, en ‘olmadım, olmayacağım’ dediği dönemlerde bile. Tunç Bey de taa başından itibaren siyasete karışmayacağını, kongrelere müdahil olmayacağını söyledi. Benimle yaptığı röportajda  da siyasetle ilgilenen yakın arkadaşları olduğunu, takibi onların yaptığını, onlardan bilgi aldığını ifade etmişti.  Siz Tunç Bey’in siyasi ayağını temsil ediyorsunuz değil mi? Ancak ilçeler, ardından il kongresi sürecinde, bu siyasi ayakta aksamalar olduğu konuşuldu, yazıldı çizildi de. Gerçekten o yoldaşlığınız ne düzeyde şu anda? Aranıza kara kedi girdi mi? Daha açık ifadeyle Tuncay Özkan girdi mi?

NALBANTOĞLU: (teessüf ederim ifadesiyle) Bir defa Genel Başkan Yardımcımız Tuncay Özkan'a kara kedi benzetmesini doğru bulmadım. Bu parti suçudur çünkü.

Partili olmadığım için bana suç değil, ayrıca kara kedi ayrılığı ifade eden yerleşmiş bir benzetmedir. Tunç Soyer’in Tuncay Özkan’la siyaseten yakınlaşması iddialarını kastederek kestirmeden gittim.

NALBANTOĞLU:  Çok özel şeyler olmazsa, yani güven denen hadise ne öyle bir saatte oluşur, ne de bir saatte kaybolur hakikatten bir güven doğmuşsa. Ben sayın başkanla aramızdaki ilişkinin gerçekten güvene, vefaya ve bir yoldaşlık ilişkisine dayandığını düşünüyorum. Benim algıladığım hiçbir ayrılığımız yoktur yani.

“Bir problemimiz yok. Normal sağlıklı bir ilişkide karşılıklı söylenebilecek şeyleri birbirimize söyleriz.  Hiçbir zaman ‘ ben sana küstüm ya da kırıldım’ mahiyetinde olmuyor bizim ilişkimiz” mi diyorsunuz yani?

NALBANTOĞLU:  Olur mu öyle şey, küsmek falan...  Bazı konularda iş yapma biçimlerimiz tabi ki çok farklı, çok farklı yani.

TUNÇ BEYİ TUNÇ BEY YAPAN EN ÖNEMLİ ÖZELLİK NAİFLİĞİ

Mesela?

NALBANTOĞLU: Mesela ben siyasette biraz daha atak olmayı severim.  Hatta biraz daha sert olmayı! Doğru olanın bu olduğunu düşünürüm ama Tunç Bey’in hayatında böyle bir şey,  böyle bir durum yok zaten. Ne siyasette var, ne bir başka ilişkisinde var. Tabii Tunç Bey'i Tunç Bey yapan en önemli özellik de bu zaten.

Naif diyorsunuz?

NALBANTOĞLU:  Evet,  naif… Gerçekten herkesle barışık… Sonuçta; çok büyük bir sabırla dinleyen, çok büyük bir sabırla çözüm yolları arayan, bir seferde bir şeyi halletmeye çalışmayan, mutlaka konuşarak tartışarak çözüm üretmeye çalışan yanı zaten Tunç Bey’i Tunç Bey yapan özellikler. Tabi ki her konuda aynı düşünmek mümkün mü? Aynı düşünürsek zaten arıza var demektir. Tabi farklı düşündüğümüz bir sürü şey var.  Tartışıyoruz tabi. Tartışmadan olur mu bunlar yani?

 Aziz Bey’den sonraki süreçte Tunç Bey'in gelmesiyle birlikte parti için bir değişim mesaisi verdiniz. Rıfat Nalbantoğlu bu sürecin tam olarak neresindeydi? Yani, bir numaralı isim miydiniz bu siyasi ayağın büyükşehir cephesinde? Ana aktörü müydünüz?

NALBANTOĞLU: Şimdi bunlar tabi çok iddialı şeyler. Ben hiçbir işte hiçbir şeyde kendime ben ‘birim, ikiyim, beşim’ demem. Bu altıncıya haksızlıktır, dokuzuncuya haksızlıktır. Böyle bir şey demem ben. Sadece şu; ben yaptığım iş itibarı ile bugüne kadarki kendi normal günlük işlerin vesilesiyle falan, belediyede her kademede görev alabilecek bir insanım, birikimimle… Ama hiç böyle bir şey seçmedik. Hiç böyle bir şey düşünmedik. Çünkü siyasetle uğraşmak istiyoruz. İşin siyasi kısmıyla uğraşmak istiyoruz. Yani bu bir, bu iki... Böyle bir şey yok. Biz bir arkadaş grubuyuz ve iyi bir grubuz. Hiç kimse kimseden daha önde değil, tabi seçilmiş olmasından dolayı Tunç Bey bir adım önümüzdedir hepimizin. Ama arkasında bir sıra yok, yani öyle bir şey yok.

Yıllarca Aziz Bey’in dar ekipçiliğini eleştirdi parti örgütü. Arkadaş grubu derken, dar bir ekip mi bu? Yani ne farkı var?  Bu ekibi biraz açabilir miyiz?

NALBANTOĞLU: Şimdi buradaki aslında temel soru şuydu; Aziz Bey belediye başkanlığı işinden kendi rızasıyla ‘ben ayrılıyorum’ açıklamasıyla ayrıldı. Kamuoyuyla da paylaştı. Bu açıklamayı yaptıktan itibaren o anki siyasi tabloyu bir düşünün. Sizin tarif ettiğiniz evet, bence de Aziz Bey siyaseti hep özel bir ekiple götürdü. Hep onların önceliği vardı. Ve ben arkadaşlarımızla tabi Tunç Bey de bunun içinde, bu değerlendirmeyi yaparken şöyle bir tespit yapmıştık biz; İzmir siyasetini çok zor günler bekliyor çünkü iyi kötü, sonuçta bir otorite vardı orada. Yani bu otoriteyi ben beğenmem. Ben beğenmiyordum. Bu benim kişisel tercihim. Ama beğenen, doğru bulan bir sürü arkadaşımız var. O görüşler de çok değerli tabi. Şimdi orada bir boşluk doğacaktı, bu net açıktı yani. Bu boşluk ancak doğru tavır alınır, doğru örgütlenebilir, o yanlışları tekrar yapmayacak bir mekanizma kurulursa düzelebilirdi. Dolayısıyla yani bir ekip gitti bir ekip geldi, bu çok büyük bir hata olurdu anlatabiliyor muyum? Bu hatayı yapmamak üzere bütün kavgayı, bütün mücadeleyi, bütün vizyonu, perspektifi bunun üzerine kurmaya çalıştık zaten. Biz eleştiriyor muyduk onu? Eleştiriyorduk. E peki yarın başka insanlar bizi niye eleştirsinler? Aynı şeyi niye yapalım biz? O zaman başka bir anlayışı, başka bir şeyi ortaya çıkartmak lazımdı. Yani, Türkiye'de 11 tane Büyükşehir Belediyesini değil,  diyelim 20 tane büyükşehir belediyesini de alsanız Cumhuriyet Halk Partisi'nin başkenti İzmir'dir! Bu gerçek değişmez. İsterse 20 Büyükşehir Belediyesini alın, bu gerçek değişmez. İstanbul dahil buna. Cumhuriyet Halk Partisi'nin baş şehri İzmir'dir. Şimdi dolayısıyla bu baş şehir olmanın getirdiği tabi sorumluluklar da vardır ama eğer bunu doğru örgütleyebilirsen, doğru kurgulayabilirsen, buradan çok önemli şeyler çıkartabilirsin, yönetebilirsin ve hiç kimsenin özel olarak kavga etmesine, birbirini kırmasına olanak sağlamayacak bir iklim, bir ortam, bir çalışma düzeni İzmir'de yaratılabilir. Bütün kavgamız, bütün mücadelemiz buydu.

Bu arada iddialı konuşmayı sevmediğini söyleyen biri olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin başkentinin İzmir olduğunu söyleyerek, çok iddialı bir cümle kuruyorsunuz.  Bunu neye dayanarak söylediniz? Yani geçmişten bugüne kadar bu böyleydi mi diyorsunuz?

NALBANTOĞLU: Evet…

CHP, İZMİR’DEKİ ÖZGÜL AĞIRLIĞINI KAYBETTİ, KOCAOĞLU DÖNEMİNDE…

Geçmişten bugüne değerlendiremem ama en son bu yerel seçimde sanki merkez, İstanbul gibi göründü.

NALBANTOĞLU: Bir defa İstanbul Türkiye'nin yarısı! Her açıdan Türkiye'nin yarısıdır İstanbul... Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi’nin gücü, ilişkileri, üye sayısı anlamında da yarısıdır İstanbul. Apayrı bir düzlem, apayrı bir şey…

 Niye peki İzmir diyorsunuz?

NALBANTOĞLU: Özgül ağırlıktan bahsediyorum. Cumhuriyet halk Partisi zaten, biraz önce konuştuğumuz hani Aziz Bey dönemi ve oradaki ekipçilik meselesi. Zaten temel problem; Cumhuriyet Halk Partisi içinde İzmir özgül ağırlığını kaybetti.

 Aziz Bey döneminde?

NALBANTOĞLU: E tabi  kaybetti. Mesela şunu hatırlayın; Benim de iki defa görev aldığım Parti Meclislerinde biz İzmir’den en azından beş altı kişi hep olurduk. Hep olurduk yani. Benim olmadığım PM’de de hep İzmir’den partinin temel politikalarını oluşturmak, onları yönlendirmek üzere mutlaka çok değerli hizmetler de yapan bir sürü arkadaşımız görev aldı. Şimdi bu kayboldu, bu bitti. Yani bu, değişik sebepler, tek sebep budur demek doğru değil tabi, değişik sebepleri var. Ama işte bu durumun ortadan kalkması ve İzmir’in o layık olduğu özgül ağırlığa yeniden kavuşması lazım. O özgül ağırlığı tekrar yakalaması lazım partideki ve bu çok zor bir denklem değil aslında, çok basit. Çok bilinmeyenli denklem değil, basit bir denklemdir. Eğer İzmir’i, ilişkilerinizi doğru yönetirseniz, partide hiç kimseyi ötekileştirmeden herkes bizimdir, hepimiz hep beraber bu sorunu çözeceğiz mantığıyla giderseniz bu denklem çözülür ve özgül ağırlığınız hakikatten artar yani.

Biraz önce o soru yarım kaldı, güzel anlattınız Aziz Bey’in dönemini de, bu dönem çizdiğiniz tablonun ne kadarını yapabildiniz,  ne kadarı hayata geçti?

NALBANTOĞLU: Benim sadece siyasette değil, yani bir sürü işi tarif etmekte çok sevdiğim bir laf vardır; “Dünyada bir vurmayla girmiş çivi yoktur.” Çok severim ben bu sözü.  Her işte öyle! ‘Bir vurdum ve çivi, hem de girmesi gerektiği kadar girdi’ olmaz. Tabi, gereğinden fazla güç kullanırsan da gider yapışır duvara, ne için çaktıysan o çiviyi bir anlamı kalmaz. Çıkartmak için uğraşırsın bu kez onu. İstediğin hangi yükseklikte çakmak istediysen onu, sabırla tık tık tık tık tık vurursun ve istediğin noktaya da getirirsin. Bu şehirde böyle bir sorun bir kurultay döneminde çözülebilir mi? Çözülemez! Bu tık tık tık tık sabırla işlenecek bir şeydir yani. Bir de  tabi bu arada yaşadık yaşlandık, alışkanlıklarımız değişti, beklentilerimiz, heveslerimiz değişti, yeni kişilikler oluştu yani, belki sertleştik biraz, ilişkilerimiz örselendi… Yani bunları da onarmak lazım, bunları da birbirimizi daha anlayabilecek, daha tolare etmemiz gerektiği konusunda kendimizi de yeni baştan yetiştirmemiz gereken bir ortam bir iklim yaratmamız lazım… Sadece başkalarını eleştirmiyorum,  bu eleştirilerin çoğu kendime zaten.

Biraz önce güç dediniz. Bu parti içi yarış sürecinde çok da gündeme geldi, Tunç Beyle hareket ettiğiniz için. Büyükşehir Belediyesi gücünün ne kadarını kullandınız?

NALBANTOĞLU: Hiç!

Çok iddialı, keskin bir yanıt oldu yine.

NALBANTOĞLU: Evet hiç. Bakın, bu güç kullanılsaydı o tarif edildiği gibi ya da atfedildiği gibi ya da ne bileyim biraz mevzuyu küçültmek üzere, bazı arkadaşların yaptığı yorumlar hepsi çok değerli hiçbirine bir şey demiyorum; ama olsaydı bir; siyasette bu gücün ben nasıl kullanılacağını iyi bilirim. İki; Tunç Bey çok iyi bilir. Çok iyi bilir! Ama biz özellikle bunu kullanmamayı, öne çıkartmamayı, hep beraber işleri çözebilmenin yolunu hep aradığımız için… Yani bir kurultay dönemi geçecek ve şu çizdiğimiz tabloyla bütün sorunlar çözülecek. Böyle bir hayat yok ki! Bir sabah uyandığımızda Türkiye’nin bütün meselelerinin biteceğini beklemek gibi bir şey bu yani.

PARTİNİN EN TEMEL SORUNU SİYASETİN ÇOK AZ KONUŞULMASI, ADAMCILIK

O zaman hani ilçelerde kongre süreçlerinde işte sizin önerdiğiniz listelerinin bazılarının kayıpla bazılarının kendi cephenize kazançla sonuçlanmasının nedeni bu o zaman? Dediğiniz güçleri kullansaydık bir anlamda ‘ben oradaki listeyi de alırdım, onu da yapardım bunu da yapardım. Ama biz bunu istemedik. Burada önemli olan İzmir siyasetinde güçleri yarıştırmak, demokrasiyi oturtmaya çalışmaktı’ mı diyorsunuz?

NALBANTOĞLU: Evet, tabi... Sadece İzmir’e ait olduğunu düşünmediğim, partinin çok temel bir sorunu var. Bizim partimizin çok temel bir sorunu. Biz maalesef, siyaset çok az konuşuyoruz. Çok az konuşuyoruz. En çok yapmamız gereken işi en az yapıyoruz.

Partililer olarak mı?

NALBANTOĞLU: E tabi partililer olarak öyle yapıyoruz. Yani mesela, sorduğunuz için bunu anlatmaya çalışıyorum, ilçelerde ayrılık falan… Farklı ideolojik ayrılık yok, bir şey yok. Varsa da tarif edilen bir ideolojik ayrılık yok.  Yani olabilir ama, varsa da bu tarif edilemiyor, siyaset konuşmuyoruz. Olabilir insanlar ideolojik olarak da farklı şeyler düşünebilir,  Cumhuriyet Halk Partisi bir kitle partisi. Farklı farklı bakış açılarında insanlar olması normal olabilir ama bu tarif edilmiyor. Sadece… Ben olayım. Yok hayır sen ol. Yok hayır ben olayım. Yani böyle bir siyaset anlayışı yok, olmaz.

 Bundan seçmen de rahatsız, pek çok kesim de.  ‘Adamcılık’tan rahatsız görünmeyeni görmedim de bu kısırlık nereden kaynaklıyor sizce ve nasıl değişecek?

NALBANTOĞLU:  İşte bu bahsettiğim anlayışlar hakim olduğu zaman değişecek. Mesela ‘sen git on senedir burada oturuyorsun ben geleyim…’ Niye? Niye gidiyorum? Gitmemin gereğini, bütün ideolojik yanlarıyla pratik yanlarıyla anlatırsan ben giderim tabi, bir şey yok bunda. Niye gideyim, sadece sen istiyorsun diye bir yere gitmem. Tek gerekçesi senin gelmen olan işte yokum yani. Bu gerekçeyle hareket etmem ben.  Bu gerekçe değil. Ama, bu gerekçeler doğru anlatılırsa, bu gerekçeler bir ihtiyacın karşılığı olup tarif edilirse herkes bence bunu onaylar. Bunun tarif edildiği bir ortam bir iklimin yaratılması lazım. Problemimiz bu. Bu iklim yok.

Partide mi kentte mi?

NALBANTOĞLU: Genel olarak yok yani, siyaset yapma biçimimiz böyle.

Peki bu ne zaman değişir?

NALBANTOĞLU: Değişecek, değişiyor.

Tamam çivi örneğini verdiniz, tık tık tık, sabırla çakılacak dediniz ama?

NALBANTOĞLU: Hayır ama Cumhuriyet Halk Partisi çok önemli değişiklikler yapıyor. İdeolojik olarak da çok önemli değişimler, değişiklikler içinde. Değişiyor zaten parti. Kadroları da değişiyor, ideolojisi de değişiyor, çok olumlu, çok önemli şeyler yapıyor. Mesela bugünkü şu Cumhurbaşkanlığı seçim sistemini ve en son iş belediyelere kadar geldi hani işte ittifaklar… Bu Cumhuriyet Halk Partisi projesi değildi. Böyle bir projenin parçası da olmadı. Bakın hayat geldi bizi oraya dayattı. Böyle bir seçime girmek zorunda kaldı Cumhuriyet Halk Partisi! Yani bir yere seçilebilmek için, yani mesela ülkeyi yönetebilmek için artık yüzde 51 gerekiyor. Hatırlarsınız bizim eski hükümetleri… Yüzde 27 ile Mesut Yılmaz yıllarca başbakanlık yaptı. Yüzde 25’ler ile insanlar yıllarca bakanlar atadılar. O doğrudur, bu doğrudur demiyorum ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin değiştiğini, olumlu yönde değiştiğini tahayyül etmek… Bu çok güzel bir argümandır. Kendi planlamadığı, uygulamak zorunda kaldığı bir işi planlayanlardan daha iyi uygulayabilecek bir siyasi esnekliğe geldi Cumhuriyet Halk Partisi… Bakın bu çok mühim bir şey. Bu ittifaklar politikası çok değerli bir iş. Ders olarak okutulması gereken bir iş! Düşünün, siz planlamamışsınız bunu, yüz yüze kalmışsınız, çözmek zorunda ve planlayandan daha iyi çözmüşsünüz bu işi… Bu işte partideki değişimin, olumlu değişimin en somut şeyi budur yani.

Ama değişikliklerini  vatandaş olarak pek de hissetmiyoruz.  Hantal bir yapı görüntüsü var CHP’de. Hızın gerisinde kaldığı bir gerçek değil mi?

NALBANTOĞLU: Buna yine en uygun partinin, burada partime torpil geçerek söylemiyorum; Bu değişime en rahat ayak uydurabilecek kabiliyette, esneklikte, ideolojik bütünlükte bir parti yine bence Cumhuriyet Halk Partisi!

Ayrı ve uzun bir tartışma gerektirdiği için yerel siyasete dönelim yine. CHP’nin yerel seçimlerde belirlediği adayların pek çoğu genç, birçoğu daha önce belediye başkanlığı tecrübesi olmayan kadrolar. Bazıları partide il ve ilçelerde çeşitli kademelerde çalışmamış. Bu kadroların tecrübe noksanlığı nasıl yansıyor İzmir’e? Adaylık sürecinde tespit ettiğiniz yanlışlıklar var mıydı?

NALBANTOĞLU: Burada tabi dünyadaki genel değişime ayak uydurabilmede, benim ölçülerime göre Cumhuriyet Halk Partisi başarılı demek, bunun da ideal bir durumda olduğunu tarif etmez. Ama  ben özellikle uygulamalara bakarak, belediye başkanı olarak ya da belediye meclislerinde görev alan arkadaşlarımın çoğunun partinin farklı kademelerinde, farklı noktalarında görev yaptıklarını, sorumluluk üstlendiklerini biliyorum. Bu sorumluluk, bu partililik bilinciyle de ben önemli bir şey görmüyorum. Gayet iyi yönetiyorlar yani.

URLA’DA BURAK BEY’İN ADAYLIĞI ÇOK SPEKÜLER BİR KONU, DOĞRU BULMAM

Siz yerel seçimde adayları belirlemede ne kadar etkili oldunuz? Mutlaka Sayın Tunç Soyer’in de bu noktada tasarrufları, istekleri olmuştur. Bazıları yerine gelmiştir, bazıları gelmemiştir. Sizin de adınız özellikle Urla’da geçti Tunç Bey ile beraber…

NALBANTOĞLU: O konu çok speküle edilen bir konu… Parti içi yarışın bir argümanı olarak kullanılmak istendi. Doğru bulmam! Bunu ben parti içinde yarıştığımız hiçbir arkadaşım için, parti içinde farklı noktalarda görevlere birlikte talip olduğumuz belki rakip olduğumuz hiçbir arkadaşım için böyle bir argümanı kullanmayı doğru bulmam. Konuştuğumuz şey bir siyasi parti… Sınırları çok belli bir iştir siyasi parti. Yani hepimiz kafamıza göre buna bir derinlik bir sınır çizemeyiz! Programıyla, tüzüğüyle, organlarıyla sınırları çok belli bir yapıdan bahsediyoruz. Dolayısıyla bunun aday belirleme yöntemleri bellidir. Adaylar gelir MYK’da tartışılır, MYK’da ama oy birliğiyle ama oy çokluğuyla ama genel başkanın özel isteğiyle, onları bilemem ben MYK üyeliği yapmadım. MYK bu işe karar verir; şu ilçemizde şu, şu ilimizde şu… Ondan sonra yine sınırları çok belli bir alana Parti Meclisimize iş gelir, PM’de belli bir sayıda da oy almak zorundadır o aday yine. O oyu da almışsa aday olur. Bu kadar sınırları belli bir işin bu kadar tarifi, tanımı belli bir işin, bu seviyede speküle edilmesine ben sadece gülerim! Umurumda da değil yani…. Ama siz özel olarak sorduğunuz için söylüyorum Burak ile ilgili; onun da benim de mali müşavir olmamdan kaynaklı bir tariftir, bağdır bu. Ben size enteresan bir şey söyleyeyim, aslında böyle şeyleri konuşmayı pek sevmem ama;  aynı siyasi partilerdeki gibi, meslek odalarında da farklı farklı gruplar var, seçime giriyoruz. Benim de odamız kurulduğundan beri yürütme kurulu başkanlığını yaptığım bir grup var. Hala o grubun yürütme kurulu başkanıyım. Burak, hiç bizim grubumuzda olmadı. Seçimlere hep başka gruplarla girdi. Bu onun tercihiydi. Oda seçimlerinde bizimle beraber olmadı diye hiç kimseyle düşman olmam! Hepsi de benim kardeşim, meslektaşım, arkadaşım. Burak da öyleydi yani…

Burak Bey ile sizin dünya görüşleriniz, iş yapma tarzınız vs bunlarla ilgili bir bağ kurulmuyor zaten. Mali müşavir olmasının ötesinde, sizin o dönemde yerel yönetim adaylarını belirleyen isimlerden biri olmanız nedeniyle adınız geçiyor.

NALBANTOĞLU: Böyle bir şey olabilir mi? Bazı arkadaşlarımız yine parti içi mücadele eder, parti içi mücadelede bunu kendileri açısından bir avantaj olarak kullanmak üzere bir sürü belediye başkanı arkadaşımıza aslında katkıları olmadığı halde seni ben yaptırdım gibi bir şehir efsanesi yaydıkları için ‘herhalde Burak’ı da yaptıran biri vardır’ diyorlar. Öyle bir şey yok! Ben, mekanizmayı tarif ediyorum size.. Genel başkanımız, 18 kişilik MYK’mız var oradan onay alacak, 60 kişilik Parti Meclisi’nden belli bir oy alıp onay alacak.

Peki, nasıl değerlendiriyorsunuz Urla’daki şu anki durumu? Parti açısından gerçekten bir sıkıntı, vatandaş açısından?

NALBANTOĞLU: Ben, Diyarbakır’daki duruma hangi gözlükle bakıyorsam Urla’daki duruma da aynı gözlükle bakıyorum. Aynı değerlendirmeyi yapıyorum. İkisi de vatandaşın iradesinin gaspıdır! Başka da bir şey düşünmüyorum. Daha geçen gün Yalova Belediye Başkanı görevden alındı. Bu operasyonu başlatan insandır Yalova Belediye Başkanı, Yalova’daki başkan yardımcısının birtakım işleri vardı. Bu işi ihbar eden, yani kamuoyuna aksettiren savcılığa şikayet eden takip eden, burada kayıp kaçak var diyen adam görevden alındı. Şimdi ne diyeceğiz buna! Diyarbakır’daki, Batman’daki, Yalova’daki belediye başkanlarının görevden alınmasıyla ilgili düşüncem neyse, Urla’daki de aynıdır. Hiç fark etmez. İradenin gaspıdır!

OBJEKTİF OLMADIĞIMI SÖYLEYEREK SÖYLEYEYİM, TUNÇ BEY’İN 1 YILINI MUHTEŞEM BULUYORUM

Yerel yönetimlerde 31 Mart’ta 1 yıl dolacak. Hem geneli değerlendirmenizi isteyeceğim,hem de özelde  Tunç Bey ile yoldaş olmanızdan dolayı, Büyükşehir’in 1 yıllık performans notunun ne olduğunu?

NALBANTOĞLU: Bir defa şu konuyu netleştirelim; biz birbirimize hitap ederken de ‘yoldaş deriz’ diyorsak, bu başka bir hukuktur. Bu hukuk içinde tarafsız, objektif olmam çok kolay değil. Dolayısıyla bunu değerlendirecek olan ben değilim. Ama Tunç başkanın 1 yılını nasıl buluyorsun derseniz; muhteşem buluyorum. Ama koşulları da söylüyorum.  Ben ciddi bir tarafım burada. Benden tarafsız olmamı beklemek hayaldir! Belediye başkanlarımızın, tamamını başarılı buluyorum. Bir partili olarak tarafım çünkü ben bu işte… Daha başarılı olmaları konusunda da karınca kararınca üstüme ne ödev düşerse her şeyi  yapmaya hazırım! Çünkü daha başarılı olunur mu, olunur. Daha iyi olunur mu, olunur. Ama benim belediye başkanlarımızın hepsini hem arkadaşlarım hem partililerim çok yakın dostlarım olması vesilesiyle objektif değerlendirme gibi bir durumum yok!

Burada Tuncay Özkan’ın İzmir siyasetinde etkili olduğu, örgütlenme yaptığı yolunda iddialar var. Tuncay Özkan ile bir rekabet var mı?

NALBANTOĞLU: Hayır. Ben genel başkan yardımcımla ne rekabetine gireceğim! Ben sıradan bir üyeyim, konuştuğunuz kişi genel başkan yardımcım benim. Ne rekabeti!

Böyle yaratılmak mı isteniyor diyorsunuz?

NALBANTOĞLU: Tabi ki…  Hep belli çatışma alanlarından, belli şeylerden beslenen buradan malzeme çıkartmaya çalışan kişiler… Muratları nedir, niyetleri nedir beni ilgilendirmez. Böyle bir yapı yok mu? Var. Ben, asla böyle bir şeyin tarafı değilim. Ben Tuncay Bey’in de bu tarif edildiği seviyede politika yaptığını düşünmüyorum. Gerçekten düşünmüyorum. Bizim genel başkan yardımcımız. Bir insan politikada daha ne olabilir? İzmir’in tapusunu mu alacak? Nedir? Böyle bir şey yok! Ben böyle bir iddiada olduğunu düşünmüyorum.

Tuncay Özkan ismi kullanılıyor mu burada?

NALBANTOĞLU: Bence evet, kullanılıyor.

İl kongresini en son 2010 yılında parti tek adaylı yaptı. O da size denk geldi, siz kenarda durdunuz, Ekrem Bulgun tek aday oldu. 10 yıl geçti ve partide bu dönem tek adaylı kongre oldu. Genel anlamda il kongresinin tek adaylı olması, yıllardır partide çeşitli görev yapmış biri olarak sizi rahatsız etti mi?

KONGRELERİN NİYE TEK ADAYLA YAPILDIĞINI ANLAMADIM

NALBANTOĞLU: Benim şöyle bir iddiam vardır hayatta; bir konu bana doğru anlatılırsa ben mutlaka anlarım. En anlamadığım fiziktir, onda bile detay bir konuyu biri bana doğru anlatsa bile anlarım. Ama kongrelerimizin tek adaylı yapılmasının gerekçesini anlamadım!

Yorum yok demenin başka bir yolu mu bu?

NALBANTOĞLU: Anlamadığım bir şey hakkında nasıl yorumda bulunayım… Anlamadım, neden böyle olmalı?

Bu sorunun cevabını birileri ‘genel başkan istedi’ diye veriyor.  Orada da mı onun adına konuşuyorlar?

NALBANTOĞLU: Ben, genel başkanın adına bir şey söyleyemem. Bu konuda yetkili de değilim ama genel başkanın da bu seviyede bir düşüncesi olduğunu düşünmüyorum.

Orada da mı onun adına birtakım hareketler yürütüldüğünü düşünüyorsunuz?

NALBANTOĞLU: Ben genel başkanın bu seviyede bir ‘illa tek adaylı kongre olacak’ gibi bir şeyi olduğunu düşünmüyorum…

Deniz Bey’in oyun çok tartışıldı. Tek adaylı bir kongre, 258 oy… Birtakım açıklamalar oldu, unutuldu dendi. Nasıl yorumluyorsunuz?

NALBANTOĞLU: Ben mali müşavirim… Mali müşavirlerde çok sevdiğim bir laf vardır, biz deriz ki; ‘bizde mükellefin beyanı esastır.’ Bizde mükellefin beyanı esastır! Bu konuda mükellef il başkanımızdır. ‘Bazı arkadaşlar yazmayı unutmuşlar’ demiştir. Bizim için bu esastır!

Kurultay delegeliği listesindeydiniz. Geçen kongrede liste deldiniz, bu kongrede kotadan liste dışı kaldınız. Bekliyor muydunuz?

NALBANTOĞLU: Beklemiyordum! Daha yüksek bir oy alabileceğimi düşünüyordum.

Bir operasyon var mı?

NALBANTOĞLU: Bunu, şöyle bir operasyon böyle bir operasyon var diye tarif etmek, tam detayını bilmediğimiz bir işte sanki yüzde yüz bilgi sahibiymişiz gibi konuşmak doğru olmaz. Ama şöyle söyleyeyim; biraz önce konuştuğumuz ‘tunç başkan ve ekibi’ ile ilgili yaratılan havada benim mutlaka dışarıda kalmam konusunda gayret sarf ettiler ve başarılı oldular. Kazananlar hep haklıdır!

Bütün bu süreç sonunda şöyle bir şey çıkıyor; ‘Nalbantoğlu cephesi kaybetti, Özkan cephesi kazandı.’ Bu sağlıklı bir yorum mu?

MÜKELLEFİN BEYANI ESASTIR, DENİZ YÜCEL 2 YIL DAHA İL ÖRGÜTÜNÜN PATRONUDUR

NALBANTOĞLU: Hayır. Bir defa en başta şundan yanlış; böyle bir cephe yok! Olmayan bir cepheyi sürekli ortaya getirip sanki böyle bir cephe varmış gibi bunun üzerinden kurguyu yaparsan bu tür sonuçlara varılır. Ancak böyle bir cephe yok! Biz, partinin biraz önce tarif ettiğim çok net sınırları içerisinde aynı mücadeleyi vermek zorunda olan, bu mücadeleyi gönüllü olarak vermeye karar vermiş insanlar grubuyuz hepimiz… Ne Tuncay Bey’in ne benim kimse kafamıza silah dayamadı ‘gel CHP’ye üye ol, şöyle yap böyle yap’ diye… Hepimiz, programına tüzüğüne hepsine bakarak, ülkenin ihtiyaçlarına denk düşeceğini düşünerek gönüllü olarak karar vermiş bir yerde bulunuyoruz. Bu işi beraber çözme kararımızdır o! Ortak irademiz CHP’yi iktidar yapmaktır! Burada cephe falan olmaz…. Dolayısıyla kazananı kaybedeni olmaz. Çok net söylüyorum, buna gerçekten inanıyorum; Deniz kardeşim 2 yıl daha İzmir İl Örgütü’nün patronudur! Hakkından da geleceğine çok eminim… Ama mükellefin beyanı esas, o da ayrı bir köşede duruyor. Ama o beyanda, bizde inceleme vardır. O incelemeye kadar mükellefin beyanı esastır. O incelemede ortaya çıkar iş… Mesela ben olsam, beyan esas hiçbir itirazım yok ama ‘acaba niye 258’de kaldık’ diye düşünürdüm. Bir irdelerdim.

Belki o da kendi içinde irdeliyordur. Siz olsaydınız, ne yapardınız? Mesela bu oyla il başkanı oldunuz. İstifa eder miydiniz?

NALBANTOĞLU: Hayır. Hiçbir şey yapmazdım. O yorumlara da katılmıyorum. Tüzüğün emrettiği sayıda seçilmiştir ve il başkanımızdır. Hiçbir tereddüt yok!

Topal Ördek benzetmesini kabul etmiyorsunuz?

NALBANTOĞLU: Hayır, kesinlikle kabul etmiyorum! Çünkü il başkanlığı bu partinin İzmir’deki en üst koltuğudur ancak tek başına bir şey değildir! Yani partiyi iktidar yapacak, ana hedefe götürecek bir mekanizmadır. Bir kişinin halledeceği bir şey değil. Topal ördek falan değil. Burada seçilmiş, aslan gibi oy almış, sandığa iradesi yansımış, 30 tane arkadaşımız ve başlarında Deniz başkanımız vardır, hiçbir topal yoktur!

Tunç Başkan bu parti içi yarışın neresindeydi? Ne kadar müdahil oldu kongre süreçlerinde?

NALBANTOĞLU: Hiç! Bizim irademiz ve yaptıklarımız dışında hiç… Sadece sordu ne oluyor diye…

Önümüzdeki ay sonunda kurultay var. Parti Meclisi’ne aday mısınız? Geçmişte 2 kez yaptınız. Bu dönem aday olacak mısınız?

NALBANTOĞLU: Biraz önce sohbet ederken de söyledim; ben 2 defa PM üyeliğine seçildim ama hiç tamamlayamadım. Bu sefer tamamlamak istiyorum.

Bu konuda görüşleriniz, çabalarınız? Emin misiniz?

NALBANTOĞLU: Kim nasıl emin olabilir? Parti Meclisi diye konuştuğumuz şey sizin açınızdan rakamlar fark edebilir de, benim açımdan bakınca aslında 30-35 adamı konuşuyoruz. Yüzde 20 kadın kotası var, gençlik kotası var, sonuçta 25 tane belli. Ben o 25’in içinde değilim geriye kalan 30-35 kişiyi konuşuyoruz tüm Türkiye’de.. Dolayısıyla böyle bir sayısal zorluğun olduğu bir yerde kim nasıl emin olabilir? Ama ‘istiyor musunuz’ derseniz; evet istiyorum! Aday olacak mıyım? Olacağım!

Neden istiyorsunuz?

NALBANTOĞLU: İlk konuştuğumuz şey… Siyaset yapmak istiyorum

Siyaset yapmanın birçok şekli var. Mesela siz belediye başkanlığını hiç düşünmediniz mi?

NALBANTOĞLU: Hayır, hiç gündemimde olmadı.

Bir ara milletvekilliği gündeme geldi.

NALBANTOĞLU: O da siyaset olduğu için…

Partiyle ilgili hedeflerinizi duymak isteriz. Kafanızda bir parti reformu var mı, CHP ile ilgili anlattıklarınızın dışında ekleyeceğiniz neler?

NALBANTOĞLU: Seçildiği 2010 yılından itibaren Sayın Kılıçdaroğlu’nun gerçekten tam da bu bahsettiğiniz CHP’nin yenileşmesi, daha günün gereklerine ve problemlerine uygun bir hale gelmesi konusunda çok reformist bir yol izlediğine gerçekten inanıyorum. Ben, Kılıçdaroğlu’na gerçekten inanıyorum! Dolayısıyla bu sürecin devam edeceğini de düşünüyorum. Bu, Kemal Bey açısından da bitmiş bir süreç değil, partinin iktidar olmasını istiyor! İçimizde en çok isteyen o… Bunun için belli parti içi düzenlemeler yapacağından hiçbir kuşkum yok. Mesela program konusunda parti çalışma yapıyor, partinin programı değişecek. O noktada orada olmak istiyorum! Çünkü söyleyecek sözüm var.

Önseçimin gelenek hale getirilememesi, üye yapısının sağlıklı olmadığı, parti içi konuşulanlar. Bu konularda ne düşünüyorsunuz? PM’ye girerseniz  önerileriniz neler olacak? İlçe başkanlarının bu dönemki ilk toplantısında gündemde olan konu; aktif pasif üyelik ayrımı yapılmalı mı?

NALBANTOĞLU: Bir defa önce temel tespiti yapalım; teorik bir tartışma olarak siyasi partilerde önseçim çok doğru bir yöntemdir, bunun üzerine konuşulacak hiçbir şey yok. Üyenin iradesinin yansıyabileceği bir durum yaratabilmek doğru bir seçim. Bunda tartışılacak bir şey yok. İlçe başkanlarımızın böyle bir tartışma yaptığını sizden duydum ama böyle bir tartışma yapıyorlarsa, bu koşullarda önseçim yapıldığı zaman gerçekten üyenin iradesi tam yansıyor mu diye tartışıyorlar. Belli ki tam yansımadığını düşünüyorlar. Ben de öyle düşünenlerdenim. Teorik olarak doğru olan her şey, o gün senin günün gerçeğine birebir uyuyor diye iddia etmek doğru değil. Teorik olarak doğru ama bu önseçim ve benzeri işler daha biraz ileri demokrasinin işleri! Yani mesela İngiltere’de Fransa’da parti genel başkanları üyelerin oylarıyla seçiliyor. Şimdi hiçbir işini kendi iradesi hiçbir şekilde yansımamış şekilde çözen, gören yaşayan insanlar grubu, iş CHP seçimine gelince niye illa irade olsun diyor? Hiçbir işte yoksun ki! Bu Türkiye’nin dinamikleri böyle… Dolayısıyla ben tüzüğümüzde bu yönde bir çalışma olduğunu biliyorum, aktif üyelik pasif üyelik ile ilgili… Üyelerin farklı kategorilerde olması gerektiği konusunda bir çaba ve bunun tüzüğe yansıtılması konusunda bir gayret ve hazırlık olduğunu biliyorum. Ve doğru buluyorum. Tabi ki aktif olan, işin içinde olan, eğitimiyle finansıyla her şeyiyle işin içine katışmış olan insan tabi ki daha farklı olmalı… Biliyorum bu çalışma yapılıyor. Program kurultayını yaptığımız zaman bunlar da gelecek. İşte, parti değişiyor,evriliyor,  daha çağın gereklerine uygun hale geliyor ve orada olmak istiyorum dediğim konulardan biri de budur!

İki dönem il başkanlığı yapmanıza rağmen ne belediye başkanı,  ne milletvekili olmuş bir isimsiniz. Bunun nedeni? Bir kırgınlığınız, küskünlüğünüz var mı?

NALBANTOĞLU: Bir; dünyada küsülmeyecek tek şey parti! Çünkü gönüllü gittik biz oraya… Gönüllü gittiğin yere küsülür mü? Deli derler adama! Kendi ayağımla gittim, kendi irademle gittim. Oraya küsülür mü? Küsülmez! İki; ben gerçekten siyasetle meşgul olmak istiyorum ve belediyenin her yaptığı iş siyasi bir iş buna hiçbir itirazım yok ama o pratik işle uğraşmak istemiyorum. Böyle bir isteğim hiç olmadı. Hiçbir gün böyle bir isteği olmadı, yoksa 2014’te de son geçtiğimiz seçimde de bugün belediye başkanlığı yapan kardeşlerimin birçoğu benim il yönetimimde görev yapmış kişiler… Hepsini de çok severim. Hepsi de istedikleri bir işi yaptıkları için onlar adına çok mutluyum. Ben istemedim. Milletvekili olmayı istedim mi? İstedim! İl başkanlığından ikinci kez ayrılmamın sebebi milletvekili adaylığı içindi. Orada da partim uygun görmedi, listede yoktum. Ne yapabilirim, parti uygun görmediyse…

Zaten çok fazla adaylığınız da yok.

NALBANTOĞLU: Tabi… Zaten 2010 yılında il başkanlığından ayrılıp milletvekilliği adaylığına başvurmam dışında bir yere adaylığım olmadı bir daha…

Size ait bir rekor da var; il başkanıyken Tire-Bayındır hariç 28 ilçeyi kazandınız. 2009’da geldi bu başarı ve CHP bir daha bu başarıyı yakalayamadı. 28 ilçeyi alan bir parti 10 yıldır bu başarıyı neden tekrarlayamadı? Tekrarlanmayacak bir başarı mı bu?

NALBANTOĞLU: Hayır. Başarı 30 ilçenin 30’unu almaktır. Bunun dışındaki bir şeyi ben başarı saymam zaten! O seçim gecesi bir gazeteci canlı yayın yapmak üzere partiye gelmişti ‘başkanım bu büyük başarı nedir’ şeklinde bir soru sormuştu, kayıtlarda hala vardır; ‘yavaş’ dedim ‘ortada öyle büyük bir başarı falan yok’ dedim. Büyük başarı 30 ilçenin 30’unu da almaktır! Çünkü bu potansiyel İzmir’de var. Şöyle bir değerlendirme yapmıştım o zaman; İzmirli bize oy vermeye karar vermiş dedim. Onlar karar verdi zaten. Biz sadece verdikleri bu kararı gönül rahatlığıyla uygulayabilecekleri bir iklim yarattık, adaylarımızla meclis üyelerimizle hep beraber, dedim. Bu ortam sağlanırsa, o başarı tekrar gelir. Orada bir büyük sihirbazlık falan yoktu, İzmirli karar vermişti zaten, bizi seçecekti. Biz bu verdikleri kararı gönül rahatlığıyla uygulamalarına uygun bir ortam sağladık. Çünkü o sırada hedef oydu. Bunu sağlarsan veriyordu zaten… Biz yine aynı ortamı sağlayalım, 30 ilçenin 30’unu da alırız, büyükşehri de daha büyük bir farkla alırız.

Yerel seçimlerdeki büyükşehir oyu ne kadar tatmin edici? Bu eleştiri konusu oldu, kimileri az buldu… İttifak da yapıldı. Daha iyi alınabilir miydi?

NALBANTOĞLU: Her konuda daha iyi hep mümkün… Bir işin iyi olup olmadığının temel ölçüsü kazanılıp kazanılmadığı… 20 tane ölçü sayarız ama kazanıldı, bitti! Bu başarıdır! Bu durumu bir başarısızlık olarak tarif etmeye çalışmak art niyetliliktir! Daha iyisi olur muydu? Olurdu tabi neden olmasın! Biz CHP olarak tek başımıza bu oydan daha yüksek oy aldığımız seçimler oldu. Bakınız 2010 büyükşehir oyu… Ama bunu bir başarısızlık olarak tarif etmek doğru değil!

Tabi ki başarı İzmir’in alınması ama niye yüzde 58 niye yüzde 65 ya da üstü değil? Ki oylar yüzde 65’in üzerine çıkar diye tahmin ediliyordu.

NALBANTOĞLU: Ben de öyle bekliyordum.

Birçok insan öyle bekliyordu. Neden olmadığının muhasebesi ne? İYİ Parti’den yeterli oy geldi mi?

NALBANTOĞLU: İzmir halkının iradesi! O tartışmaya girmem. O tartışmanın şimdi kimseye faydası yok.

10 yıldır radarımızda olmayışınızda Aziz Bey’in ne kadar etkisi var?

NALBANTOĞLU:  Çok önemli bir etkisi var!

Ama disiplinli bir partili olarak onun hakkında bir şey söylemeyeceksiniz?

NALBANTOĞLU: Benim ağabeyim. Bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez.

KÜLTÜRPARK, ZORLU GÖKDELEN, ÇEŞME-URLA PROJELERİ İÇİN NE DİYOR?

Tunç Bey ile ilgili değerlendirmenizi ‘ben obektif değil  ‘subjektifim’ diyerek yaptınız. O zaman tek tek bazı örneklerden gidelim. Kültürpark… Başkan, başlangıçta ilgili grupları, meslek örgütü temsilcilerini topladı, onların görüşlerini aldı, ortak akılla yöneteceğini, sanki Yunanistan’daki antik dönemdeki halk tartışmaları yapılıyormuş gibi heyecanla dinlediğini söyledi. Dedi, dedi, dedi. Ama en son noktada kimse şu anda orada ne olduğunu bilmiyor, çünkü başkan paylaşmıyor. Pasaport’taki Zorlu gökdeleni bir ikincisi.  Gökdelen konusundaki baştaki çıkışı ile son çıkışı arasında çelişkili bir durum oluştu. Orada da eksi puan aldı. En son Urla ve Çeşme’deki kamulaştırmalarındaki tavrı; ‘bir proje ortaya çıksın’ oldu. Projede ortaya ne çıkacak, 20 tane golf sahasından bahsediliyor, kaç deliği olduğunun ne önemi var bu noktada? Önemli olan orada bir kamulaştırma, özelleştirme var. Onun için projeyi görmeye gerek yok. Ortada somut bir şey var. Her konuda aynı noktada değiliz dediniz, mesela bu konulara bakışınız ne? Bu kentte siyasi anlamda bir varlığınız var, il başkanlığı yapmışsınız. Ne diyorsunuz?

NALBANTOĞLU: Buna yine benim genel olarak herhangi bir konuyu yorumlama biçimim alışkanlığımla cevap vereceğim; En kötü ihtimalle 5 yıl için seçilmiş bir başkandan bahsediyoruz. En kötüsü 5 yıl… Burada temel soru şu; bu kentin ihtiyacı olan vizyona, birikime, bu vizyonun gerektirdiği adımları atacak kararlılığa sahip bir insan mı? Evet, Tunç başkan böyle bir insandır! Dolayısıyla günlük ‘şurası şöyle oldu, burası böyle oldu’ işini bence bırakalım. Sonuçta totalde ortaya koyduğu vizyonu uygulayacak ve bu kentin çehresi, algısı, vizyonu her şeyi değişecek! Ben buna çok inanıyorum. İzmir Türkiye gibi yönetilmiyor. Orada bir adam var kafasına göre yazıyor, çiziyor ama İzmir böyle yönetilmiyor. Siz bazı işleri çözme konusunda bir gayret içindeyseniz, kendinize göre geliştirdiğiniz bir yöntem varsa, bu yöntemin tarafları da bu işe sizin baktığınız açıdan bakmıyorlarsa, şöyle tarif etmeye çalışayım; ‘sen istediğin kadar anlat, söylediklerin total değeri karşındakinin anladığı kadardır.’ Burada bu işi yapmaya çalıştığın paydaşlar, ortak bir aklı birlikte üretmek istediğin paydaşlar bu işe ne kadar katkı koyuyora da bakmak lazım. Kültürpark’ı örnek verdiğiniz için söylüyorum. Bizim genel iş yapma  biçimimiz de, sorunları çözme ve çözüm üretme alışkanlıklarımızın içinde bu dedikleriniz yok. Yani, herkes bir açı yakalamış kendince, o yakaladıkları açılar önemsiz değersiz demiyorum, haşa haddimize değil. Ama o yakaladığı açıyı dünyanın en doğru açısı zannediyor herkes. Aslında Kültürpark konusunda yapılan toplantılar, çalışmalar hepsi ders olarak okutulması gereken şeylerdir. Ortaya bir niyet kondu çünkü… Ama kimse söylediğinden bir milim sağa sola yama yapmadı ki, herkes en doğruyu biliyor! Ben her konuda herkesin her doğruyu bildiğine hiç itiraz etmem. Hiçbir konuda hiç kimseye itiraz etmemişimdir. Sadece şuna itiraz ederim; tamam sen en doğruyu biliyorsun ama ben de küçük de olsa bir ihtimal doğruyu öğrenmiş olabilirim, buna da bir ihtimal ver. Vermiyor! Dolayısıyla bu mekanizma içinde senin murat ettiğin verimlilik çıkmıyor ortaya… Bu tek başına bir başkanın, tek başına danışmanlar grubunun çözeceği bir şey değil. Bu bir anlayış sorunu! Ben o buluşmaların bir kısmını izledim ve bir kez daha Tunç başkana hayran oldum. Bu nasıl bir sabırdır! Ben böyle bir şey yapamam, ben kavga ederim! Bir şey söylemeye geliyorsun ama sen o şeyi söylerken 15 tane farklı adam, farklı bir şey söylüyor. Bir milim oynamaz mı adam yerinden… Bu bir anlayış sorunu… Yani ortak iş yapma, ortak proje yapma, ortaklaşma, ortaklaşabilme kültürü bizde çok zayıf! Ben de bir şey öğrenmiş olabilirim yani tesadüfen… Ne var! Bir de beni dinle… Ama yok!

Gökdelen konusunda?

NALBANTOĞLU: Gökdelen konusunda net teknik bir hata, yanlış bir yönlendirme olduğunu biliyorum. Bu teknik bir sorun. Tunç Bey’e verilen bilgi; tüm hukuki süreçlerin tamamlandığı ve budur yani’ gibi bir bilgi… Ama o bilgi tabi sonra revize edildi ve Tunç Bey ‘ben böyle söyledim ama bilgi doğru değil…’ Bu da tam Tunç’a yakışır bir tavırdı.

Urla ve Çeşme’deki kamulaştırmalarla ilgili ne diyorsunuz?

NALBANTOĞLU:  O konuyu çok iyi bilmiyorum. Tunç’un da ne dediğini bilmiyorum onunla ilgili…

 Tunç Bey en son yaptığı açıklamada ‘projeyi henüz görmedik’ dedi. Burada projeden ziyade kamulaştırma değil özelleştirme yapılmış olması… Bu da Kanal İstanbul gibi bir şey!

NALBANTOĞLU:  Doğrudur. Nasıl mesela belediye başkanı arkadaşlarımı ve Tunç başkanı değerlendirirken objektif değilsem hükümetin yaptığı işler konusunda da objektif değilim. Ben bir defa bunun altında mutlaka bir şey vardır diye bakarım, öyle araştırırım. Tabi ki Çeşme’ye Urla’ya bu hükümet bir şey yapmaya çalışıyorsa ben bunu çok iyi niyetli bir çaba olarak görmem.

Ama Tunç Bey böyle ifade etmiyor, uzlaşmacı bir tavır içinde.

NALBANTOĞLU: Benim sırtımda yumurta küfesi yok! Ben özgürüm, istediğimi sallarım. Onun sırtında Allah korusun bir tanesi bile kırılırsa çok ciddi sorunlar yaratacak içi yumurta dolu koskoca bir küfe var! İzmir’i yönetme sorumluluğu var. Onun için çok dikkat etmeli. Bence öyle de yapıyor zaten…

Seferihisar’daki küfe daha mı azdı?

NALBANTOĞLU:  Küfe bile değildi. Seferihisar ile İzmir kıyaslanır mı?

Elbette ama 10 yıl orada çizdiği bir portre var ortada..

NALBANTOĞLU:  Çok fark eder! İzmir’in sorumluluğu sırtında… Ben istediğimi söylerim yani… İstediğime sallarım ne olacak yani… Yarın başına oturacağım bir proje yok benim, tamamlayacağım, sorumluluğum olduğu bir proje yok! Yanlış der geçerim ben. Ama o öyle diyemez! Dememeli. Zaten demiyor…

Sizce Tunç Bey, İzmir’e talip olurken bu kadar büyük olduğunun farkında mıydı?

NALBANTOĞLU: Tabi ki… Neye talip olduğunu bence çok net biliyor ve bunu yapabilecek birikimde, vizyonda… Göreceksiniz İzmir değişecek! Ben çok inanıyorum buna…

İnşallah çok isteriz hepimiz… Ufukta bir erken seçim görüyor musunuz?

NALBANTOĞLU:  Bunu samimiyetle söyleyeyim; bu konuyu kendi arkadaşlarımızla konuştuğumuzda ‘ne erken seçimi kardeşim ya, neden yapsınlar, ben göremiyorum’ idi. Ama şimdi görüyorum!

Ne kadar sürede değişti bu fikriniz?

NALBANTOĞLU: Son birkaç ayda değişti.

Türkiye’nin sorunlarına çözüm getirir mi?

NALBANTOĞLU:  Hangi soruna çözüm aradığınıza bağlı ama şu durum sürdürülebilir bir durum değil. Bunu sürdürme iradesi ya da sürdürmeme iradesi Tayyip Erdoğan’a ait bile olsa sürdürülebilir bir durum değil. Bu sürdürülemez! Böyle bir ülke olur mu! Adamın aldığı bin lira bayram ikramiyesini kaldırmaya çalışmak gibi bir durum sürdürülebilir mi? Sürdürülemez. Bunu Tayyip Erdoğan bile sürdüremez.



Sayfa Adresi: http://www.gercekizmir.com/haber/Nalbantoglu-ilk-kez-Gercekizmir-e-konustu-Soyer-ile-birbirimize-yoldas-deriz/76668