Tohum...
İlker Ağın

Tüm yaşamın kaynağı tohum, toprakla buluşur can olur. Ürün olur ,  bereket olur.  Yeşerir büyür, gıda olur besin olur. Var olduğu toprağı korur, havayı korur suyu korur.  Beşikten mezara bizimle olur. Hayat olur.

İnsanlık aslında tohumu keşfettiği için toprağa sahip olmak istedi. Yerleşik düzenle beraber mülkiyetle tanıştı ve torak savaşları başladı.  Yaşamak için hava ve su kadar gıda da gerekli elbette. İster bitkisel, ister hayvansal gıda için de tabi ki tohum.

İnsanlık tarihinde ulaşılabilen en eski zamanlardan bu güne  Göbeklitepe’ den ,  Hititlerden, Urartulardan  ve tüm kadim medeniyetlerden adeta vazgeçilemez bir miras gibi,  bir hazineden daha iyi korunmuş, özenle saklanarak bu güne ulaştırılmış tohumları görmemiz sadece rastlantı mı?  

Son yıllarda tohum kavramını daha çok konuşur olduk. Bir parça hayata duyarlı her kesim, zaman zaman eksik ya da yanlış bilgilere rağmen daha çok ilgili olmaya başladı tohumla. Bu ilgi elbette toplumsal bir farkındalık yaratmada çok değerli bir lokomotif.  Tohumun yerlisi, ithali, hibriti, GDO lusu , takası derken atalık tohum kavramını sıkça kullanır olduk.

Kısa bir anımsatma yapalım. Binlerce yıl içerisinde doğal seleksiyonla kendiliğinden  ıslah olarak bulunduğu coğrafyanın iklim, toprak ve diğer çevre koşullarına uyum sağlamış ve kendi yerinde artık en az müdahale ile en sağlıklı var olabilenler adı üzerinde “taş yerinde ağır “ yerel tohumlarımız.   

Gelişen teknolojinin hizmetinde olduğu kapitalizmin  dünyayı sarmasıyla başlayan tüketim arzusu ve  artan nüfus nedeniyle tüketicinin isteğine, göz zevkine onun miktar olarak  da talebine daha çok cevap vermek için daha fazla miktarda üretime yanıt vermek adına hibrit tohumlar geliştirilmeye başlandı. Bunun  için de basitçe ifade etmek gerekirse  aynı türün kendi arasındaki  (buğdaysa buğday, mısırsa mısır) çeşitleri döllenerek  melezlenmiş  çeşitlerse hibrit olanlar.  Kimi raf ömrü açısından dayanıklı, kimi renk ve bir örnek yetişmesiyle cazip, kiminin birim alanda verdiği miktar fazla vs… Ama bir yerel çeşit gibi geçmişten gelen tüm alışkanlarımıza uygun olanı bulmakta zorlandığımız, kimi zaman  “ nerede o eski tat, koku…” dedirten çeşitler. Bir de bu hibrit tohumlardan aldığınız ürünlerden tekrar tohumluk almak isterseniz orada da sizi yarı yolda bırakır. Ya ürün vermez ya da ilk aldığınız ürünün aynı özelliklerini göstermez. Bu tohumlar yapısal olarak böyle ve  kendisini geliştiren üreticilerine bağlı kalmanızda bu işin doğası gereği diyerek fazla uzatmayalım.

Bir de GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) var ki asıl sıkıntı burada. GDO lu tohumlarda istenilen bir özelliği gösteren genetik yapıyı elde etmek için hibrit tohumlarda olduğu gibi kendi türü içinden değil tamamen farklı bir türden gen aktarımı yapılıyor ki sadece bilim dünyasında değil toplumun her kesiminde kıyamet bu noktada kopuyor. GDO karşıtlarının görsel materyallerinde kullandığı domatese balık genleri transfer etme durumunun ( biraz sansasyonel gibi görünse de )  karşılığı yani.  İnsan sağlığından ,  insanlığın ve dünyanın geleceğine dair kaygılar  oluşturan  GDO lu tohumların ortaya çıkarılma amaçlarını hibrit tohumlar kadar masum bulmadığımın altını çizerek yerel tohumlarımızın önemine geçelim istiyorum. Dünyada hububatta en çok üretilen ürün olan mısır ve yağlı tohum olan soyada GDO ların en fazla yer bulmasının nedenini sorgulamak komplo teorisine girer mi?

Küresel kapitalizmin egemenleri aslında savaşların amacı olabilecek  her türlü ele geçirmenin ve sömürünün farklı yöntemlerini uyguluyorlar aslında.  Altın, petrol, para olmadan da yaşam olur. Ama gıda olmadan olmaz ve artık en stratejik kavramlar bunlar  değil gıda ve su ( enerji kavramını tartışmalı bulanlardanım ve burada değinmeyeceğim).  ” Gıda demek tohum demek “ diye belirtmiştim.

"Gıdaya egemen olan tüm insanlığa egemen olur. “

Artan nüfus, genişleyen yaşam alanları, kirlilik, daralan tarım alanları, azalan su kaynakları gibi pek çok olumsuzluk karşısında ister “yüksek verimli ve dayanıklı çeşitler geliştirmek için” diyelim isterse “sağlıklı ve güvenli gıdaya ulaşmak için” diyelim yerli çeşitler ve yerel tohumlarımıza yani biraz daha geniş bir açıdan  “gen kaynaklarımıza” sahip çıkmamız gerekiyor.  En başta ıslah çalışmaları için bile yerli çeşitlere muhtacız.  Dünyanın en zengin genetik çeşitliliğine sahip nadir coğrafyalarından olan ülkemizde tohumda dışa bağımlı olmanın ayıbı da bu durumda bize fazlasıyla yeter…

Yıllar önce ülkemize dayatılan tohumculuk yasası ile nesiller boyunca üretilen , atadan- anadan, dededen-nineden kalma  ( bu nedenle atalık tohum)  yerli tohumlarımızın çiftçilerimiz arasında satışı yasaklandı. Yani küresel egemenlerin hibrit tohumlarına GDO lu soya ve mısırına daha çok bağımlı hale gelir olduk.  

Bu duruma bir tepki olarak ve “alıp satamazsak değişiriz” diyerek Seferihisar’da başlayan “tohum takas şenlikleri”  yurdun her yerine yayılarak farkındalık yaratmada önemli bir rol üstlendi. Yine Seferihisar’da açılan  “Can Yücel Tohum Merkezi “  ile bu farkındalığa katkı sağlamada bir adım daha atılmıştı.

Dün ( 02.03.2021 ) izmir Bornova’da bulunan  muhteşem güzellikteki nadir yeşil alanlarımızdan biri olan Aşık Veysel Rekreasyon Alanı’nda  İzmir Büyükşehir Belediyesi Tarımsal Hizmetler Daire Başkanlığı tarafından kurulan   Can Yücel Tohum Merkezi  İBB Başkanı Sayın Tunç Soyer tarafından bereket dilekleriyle açıldı.  Öğrendiğim kadarıyla da İzmir’in  her ilçesinde açılması hedeflenen bu yapı özellikle çocuklarımızın farkındalığı ve bilgilenmelerine olanak sağlayacak şekilde düzenlenmiş.  Emeği geçen herkesi kutluyorum ve böylesi güzel bir yeşil alanı ve içinde bulunan     Can Yücel Tohum Merkezi ’ ni herkesin görmesini diliyorum.

Tohumun toprakla buluşup can olması gibi, “ Benim sadık yârim kara topraktır” diyen Aşık Veysel’le buluşan Can Baba’yı da saygı ve özlemle anıyorum.



Sayfa Adresi: http://www.gercekizmir.com/yazar/Tohum-/529