GERÇEKİZMİR - Önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Büyükşehir Belediyesi’ne yönelen ‘yolsuzluk’ soruşturması kapsamında tutuklandı. Buca Kırıklar F Tipi Cezaevi’ne gönderilen Soyer’in avukatları Murat Aydın, İsmet Köymen ve Özkan Yücel, İzmir 2. Sulh Ceza Hakimliği’ne yaptıkları başvuru ile Tunç Soyer’in tutukluluğuna itiraz ederek, tahliyesini talep etti. Mahkemeye iletilen dilekçede, “Ne hile ne desise ne de kişisel menfaat ya da çıkar için Tunç Soyer kimseyi dolandırmamıştır, cebine bir kuruş girmemiştir. Mevcut dosyada hile ve desise ile aldatıldığı iddiasında bulunan tek kişi yoktur. Menfaat temin ettiğine ilişkin tek bir belge ve hatta iddia dahi yoktur. Dolayısıyla suç yoktur” ifadeleri yer alırken soruşturmaya konu süreçler, Sayıştay raporları ve detaylara dair açıklamalarda bulunuldu. MAHKEMEYE YAPILAN İTİRAZDA YER ALAN İFADELER ŞÖYLE: I. BU HİKAYE YENİ DEĞİL İzmir'de daha önce görev yapmış tüm yönetimler tarafından kentsel dönüşümün önemi kavranmış ve bu nedenle İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Ağustos 2012'de Gaziemir Aktepe Emrez'de, Eylül 2012'de Karabağlar Uzundere'de, Ekim 2012'de Karşıyaka Örnekköy'de farklı büyüklüklerde alanlar bölgesel kentsel dönüşüm alanları olarak belirlenmiş ve ilan edilmiştir. Bölgede tapusu olan hak sahipleriyle yapılan uzlaşma görüşmelerini takiben, Aktepe Emrez 2 Etap, Karabağlar Uzundere 4 Etap ve Karşıyaka Örnekköy 7 Etap olarak projelendirilmiştir. Söz konusu alanlarda konut inşası için önceki yönetimler döneminde de ihalelere çıkılmış ancak istekli olmaması nedeniyle sözleşme imzalanması ve kentsel dönüşüm sürecinin ilerlemesi sağlanamamıştır. Bu durum müvekkilin görev süresi boyunca da devam etmiş, bu kapsamda; ÖRNEKKÖY KENTSEL DÖNÜŞÜM YAPIM İŞİ için, 3. ETAP 20.08.2020 TARİHİNDE 4.ETAP 27.08.2020 TARİHİNDE. GAZİEMİR KENTSEL DÖNÜŞÜM 1. ETAP YAPIM İŞİ için, 23.05.2019 TARİHİNDE UZUNDERE KENTSEL DÖNÜŞÜM 3. ETAP YAPIM İŞİ için 04.10.2018 TARİHİNDE 1. KEZ 09.05.2019 TARİHİNDE 2. KEZ 29.07.2021 TARİHİNDE 3.KEZ ihaleye çıkılmış ancak katılım olmadığı için ihale yapılamamıştır. Kentsel dönüşüm ihalelerinde durum bu haldeyken 30 Ekim 2020 yılında İzmir'de deprem yaşanmış, 117 yurttaşımız vefat etmiş, yüzlerce bina hasar görmüştür. Yıkılan ve ağır hasar gören binalarla ilgili olarak mevzuat hükümleri uyarınca merkezi bütçeden destek imkanı sınırlı da olsa bulunmaktayken orta hasarlı binalara ilişkin bir destek mekanizması yoktur. Orta hasarlı bina sahiplerine binalarını güçlendirmeleri ya da yıkıp yeniden yapmaları konusunda yasal yükümlülük yüklenmiş ancak bu iş için gereken ekonomik desteği sağlayacak sistem üretilmemiştir. Hikayenin başlangıcı tam da bu noktadır. II. GERÇEKTE NE OLDU? Tunç Soyer için tek bir hileli davranışın, desisenin ortaya konulamadığı bu soruşturma dolandırıcılıkla değil, halkın ucuz ve güvenli konutlarda yaşamasını amaçlayan bir yerel yönetim çabasıyla ilgilidir. Tunç Soyer için kuruş menfaat iddiasında bulunamayan bu soruşturma dolandırıcılık hakkında değil, Halk Konut Modeli Hakkındadır. Bu soruşturma "Ekonomik Demokrasi" Özleminin ve Uygulamasının soruşturulmasıdır. Bu soruşturma kentsel dönüşümde Kooperatifçilik hakkındadır. B. Halk Konut İhtiyacının Kaynağı? Halk Konutun başlatılmasının nedeni, müteahhitlerin İZBB’nin açtığı kentsel dönüşüm ihalelerine belediyenin kat karşılığı payını düşürmek için yıllardır girmemesine karşı çözüm arayışıdır. Halk konutun başlatılmasının nedeni özellikle yasal bir çözüm üretilmeyen "Ya yık ya da güçlendir" kıskacında müteahhitlerin insafına terkedilen yurttaşa ucuz ve güvenli konut sağlama çabasıdır. Halk Konutun başlatılma nedeni, sosyal devlet ilkesinin de bir gereği olarak yerel yönetimin nerdeyse sıfır karla yurttaşlarına güvenli konutlar inşa etme amacıdır. Halk konutun başlatılma nedeni 2012’den bu yana yerini belediyeye terk etmiş ve kendi konutlarını bekleyen yurttaşın kangren olan sorununa çare bulma isteğidir. Halk Konut’un başlatılmasının sebebi; 30 Ekim depreminin tehlikeyi ve ihtiyacı bir kez daha yakıcı olarak göstermesidir. C Kooperatif Fikri Nasıl Ortaya Çıktı? Kooperatif fikrinin çekirdeği 30 Ekim Depremi sonrası Bayraklı’da hayata geçirilen “Halk Konut” modeli oldu. Türk Hukuk mevzuatı deprem sonrası tasnifi yapılan ağır hasarlı ve az hasarlı binalar konusunda net çözümler ortaya koyarken, orta hasarlılara sunduğu hiçbir çözüm yok. Mevzuat gereği Orta hasarlı binalardaki mağdurlar kendileri binalarını yıkarak yeniden yapmak zorunluluğuyla karşı karşıya. Bu süreçte İzmir Büyükşehir Belediyesi sorumluluk almış sorunu çözmek için çalışmalar başlatmıştır. Bu anlamda depremin en çok zarar verdiği Bayraklı ilçesindeki riskli binalar ile diğer ilçelerdeki ağır ve orta hasarlı binaların bulundukları yerler için imar planlarında değişiklik yapılması ve ilave imar izni verilmesi gündeme gelmiş, Büyükşehir Belediyesi Meclisinde tartışılmış, tüm partilere mensup meclis üyelerinin oy birliğiyle aldığı kararla (K) bölgesi olarak belirlenen bu alanlar için ilave imar izni kararı çıkarılmıştır. Bu çalışmalara rağmen ağırlaşan ekonomik krizin etkileriyle inşaat maliyetleri artmış, müteahhitlerle anlaşamayarak zor durumda kalan yurttaşlar çözüm arayışına girmiştir. İzmir Büyükşehir Belediyesi çözüm için başta depremzedeler olmak üzere konunun paydaşları ve ilgilileri ile görüşmeler yapmış, kentsel dönüşüm ve bina yenileme çalışmalarının hızlanması için yeni araçlar üretmeye çalışmıştır. Yapılan araştırma sonucunda İZBETON’un tek tek kat maliklerine hizmet sunamayacağını ancak kat malikliğinden vazgeçip arsa hissedarı olarak bir yapı kooperatifi kurarlarsa destek olunabileceği sonucuna varılmıştır. Bu kapsamda yapılan çalışmalarda Bayraklı'da bulunan Dilber Apartmanı isimli binada yeni bir model denenmiş, bu binanın kat malikleri ile yapılan çalışmalar sonucunda İZBETON AŞ aracılığıyla binanın yıkılıp yeniden yapılması sağlanmıştır. Bu projenin başarısından ilhamıyla kurulan onlarca yapı kooperatifiyle İZBETON neredeyse sıfır kar marjıyla çalışarak protokoller yapılıp vatandaşları müteahhitlere mahkumiyetten kurtarmıştır. İlk örneği depremin sembol binası Dilber Apartmanı oldu ve çok ucuza mal ettikleri binalarına taşındıktan sonra kat maliklerinin “Soyer Apartmanı” adını verdikleri apartman bitti ve onlara konuk oldu. Bu uygulamanın başarısından ilham alarak, “ekonomik demokrasinin” yani halkın örgütlenerek kooperatif çatısı altında iş, mal, hizmet üretmesinin önünü açtı. Bir yandan tarımsal üretimde var olan kooperatifçiliği genişletirken bir yandan da İZTAŞIT ile ulaşımda, İZDÖNÜŞÜM ile sokak toplayıcılarında kooperatifçiliği başlattı. Kentsel dönüşümde Türkiye’ye ve Dünyaya örnek olan, rantı tamamen ortadan kaldıran şeffaf ve hesap verilebilirliği farklı hukuki düzenlemelerle korunan kooperatif modeli böyle başladı. Modelin özü şudur: Kurulacak yapı kooperatifleri vasıtasıyla inşa edilecek konutlar sözleşme doğrultusunda kentsel dönüşüm amacıyla tapusunu belediyeye devreden hak sahiplerine ve kooperatif üyelerine ait olacak, bu süreçte İZBETON neredeyse sıfır karla yurttaşın konut edinmesine destek olacaktır. Bu yolla onlarca apartman ile İZBETON arasında sözleşmeler imzalanmış ve söz konusu inşaatlar da neredeyse bitme aşamasına gelmiştir. Kaldı ki İZBB yalnızca bu modeli dayatmamış aynı zamanda ihaleler açmaya devam ederek müteahhit firmaların da sorumluluk almalarını sağlamıştır. Bu yolla ihale edilen birçok proje alanı da tamamlanarak hak sahiplerine teslim edilmiştir. D. Peki Sorun nerede? Savcılığın temel yanılgısı onlarca devam eden ve tamamlanma aşamasına gelmiş inşaat yok sayılarak, yalnızca soruşturmaya konu alanlarda kooperatiflerle sözleşme yapılmış gibi kabul etmesidir. Oysa birçok apartman kat maliki kooperatifler vasıtasıyla ve İZBETON’un düşük kar marjı uygulaması ile kendi apartmanlarını güvenli ve yaşanabilir alanlar olarak yeniden inşa etmekle meşguldür. Bazı kooperatiflerde işleyişin yavaş olması, inşaatların düşük seviyelerde kalmış olması İzmir Büyükşehir Belediyesi ya da İZBETON’a yüklenemeyeceği gibi oybirliği ile alınmış meclis kararı uyarınca ve meclis kararı ekinde onaylanan sözleşme doğrultusunda İZBETON’la sözleşme imzalamaktan ibaret eyleminde müvekkil Tunç SOYER’e atfı kabil bir sorumluluk da yoktur. Soruşturma kapsamında; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü tarafından üç inceleme, Mülkiye Müfettişliği tarafından bir inceleme, İzmir Büyükşehir Belediyesi İç Denetim Birimi tarafından bir inceleme yapılmıştır. İdari birimler tarafından düzenlenen raporlarda yer alan hukuki değerlendirme hataları, yanlış ve eksik bilgiler doğru kabul edilse bile savcılık tarafından yürütülen soruşturmaya konu suçların oluşumuna neden olacak iddia, delil ve tespit yoktur. Soruşturmayı yürüten İzmir Cumhuriyet başsavcılığının talebi üzerine; 21.02.2025 ve 02.06.2025 tarihli iki bilirkişi heyet raporu düzenlenmiştir. Savcılık tarafından alınan bilirkişi raporları özellikle de 02.06.2025 tarihli rapor önemli ölçüde lehedir. Bilirkişi heyeti, yapılan işlemlerin büyük bir kısmının usul ve yasaya uygun olduğunu tespit etmiştir. E. Siyasi Sorumlulukla Alınan Kararlar Suç Oluşturur mu? Soruşturma konusu dolandırıcılık suçunun oluşumu ise hiçbir durumda söz konusu değildir. Zira TCK’nın 158/1 nitelikli dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin hile ve desise içeren eylemleri ile ekonomik çıkar elde etmeyi amaçlaması, bu amaç ve kastının tüm işlemlerin başından sonuna kadar bulunması gerekir. Oysa kooperatif modeli ile ekonomik yarar sağlanması hedeflenen tek kesim kooperatif üyeleri ve kentsel dönüşüm bekleyen hak sahibi yurttaşlardır. Kentsel dönüşüm işi mevzuata uygundur. Söz konusu işe ilişkin işlem yapan İzmir Büyükşehir Belediyesi de İZBETON AŞ de işi üstlenen kooperatifler de faal durumdadır. Yapım işinin idari sorunlar ve ekonomik krizin etkisi ile gecikmekte oluşundan müvekkil sorumlu tutulmak istenmektedir. Oysa günümüzde uygulanan tüm projeler, yapılan işler yüksek enflasyonist koşullar nedeniyle gecikmektedir. O kadar ki ekonomik koşullardaki öngörülemez değişiklik merkezi iktidarın yatırımları durdurmasına yol açacak kadar vahim boyuttadır. Ancak bu yaşamsal konularda işin durdurulması son çare olmalıdır. Kaldı ki, projenin gecikmesinden doğan bir zarar olduğu takdirde bu zararın, zarar görenlere ödenmesi ve daha sonra sorumlulara rücu edilmesi hukuk ve idari yargılamanın konusudur ve her zaman mümkündür. Üstelik söz konusu kooperatiflerin çalışmasını engelleyen, kooperatiflerin sözleşmesini Temmuz 2024 de iptal etmeye çalışan İzBB yeni yönetimidir. İptale bahane gösterilen 2023 yılı merkezi idare yazısının durdurmayı gerektirecek bir talep olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. O dönem yazının gereği yapılarak inşaatlara devam edilmiştir. Yeni yönetimin bahanelere sığınan durdurma kararı nedeniyle söz konusu kooperatifler bir yılı aşkın süredir herhangi bir imalat yapamamaktadır. Kaldı ki sözleşmelerine göre henüz bir kısmının teslim tarihi dahi dolmamıştır. F. Sessiz Kalmak mı? Sorumluluk Almak mı? Müteahhitlerin baskısından kurtulmak için belediye şirketi İZBETON ihalelere girdi ve bu öngörüldüğü gibi müteahhitlerin de ihalelerle tekrar ilgilenmesini sağlamıştır. Bir kentsel dönüşüm alanındaki ihaleyi İZBETON kazanmışken bir diğeri bir başka müteahhitte kalabilmiştir. İZBETON kendi aldığı ihalelerde kooperatifler ile temlik anlaşmaları (kat karşılığı inşaat) yaparak süreci canlandırmış, daha sonra kooperatiflerin çalıştıkları alt taşeronlarla inşaatlar başlatılmıştı. Müvekkil Tunç SOYER’in Belediye Meclisinin oybirliği ile aldığı karar sonrasında İZBETON AŞ ile sözleşme imzalaması, ekonomik nedenlerle yürümez hale gelen kentsel dönüşümü yapılabilir hale getirme çabasına yöneliktir. Nitekim sürece İZBETON AŞ’nin girmesi üzerine kimi işler için yüklenici bulunmuş, kentsel dönüşüm sürecinin ilerlemesinde olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Dilber Apartmanı olarak bilinen sembol yapılardan birkaçında uygulanan yöntemin başarılı olması üzerine daha geniş bir çalışma başlatılmış ve kooperatifler eliyle kentsel dönüşüm konusunda kararlar alınmış ve uygulanmıştır. Bu kararların yerindeliği idare hukuku sınırları içinde her zaman tartışılabilir ancak kararların suç konusu sayılıp ceza hukuku alanına taşınması tümüyle hukuka aykırıdır. 2024 yılında yapılan yerel seçim sonrasında İzmir Büyükşehir Belediyesi yönetimi değişmiştir. Bu değişim sonrasında daha önce başlayan kentsel dönüşüm modeline ilişkin kimi itirazlar ileri sürülmüş, bunun sonucunda modelin işleyişi kimi yerlerde durdurulmuş kimi yerlerde ise önemli ölçüde yavaşlatılmıştır. Gelinen noktada bu projelerin ve inşaatların yapımına devam edilmesi, hak sahiplerine konutlarının teslim edilmesi yerinde olacaktır. Böylesi bir sonuç ve iddia edilen suçlamaları tümüyle boşa çıkaracak hem vatandaşların zarar görmesi önlenmiş olacak hem de deprem sonucu oluşacak hasarlar azaltılmış olacaktır. G. Suç Var mı? Yapılan çalışma ve görüşmeler sonucunda kentsel dönüşüm alanlarında yapılacak inşaatların yapımını üstlenen yüklenici firma bulunamaması gerçeğinden hareketle bu işin İZBETON AŞ tarafından yapılması konusunda fikir birliği oluşmuş, Belediye Meclisi oybirliği ile verdiği kararla kentsel dönüşümün İZBETON AŞ tarafından yapılmasına karar vermiştir. Kentsel dönüşüm yapılacak alanlarda gecekondu niteliğinde evi olan kişiler ilgili yasa hükümleri uyarınca mülkiyetlerini İzmir Büyükşehir Belediyesine devretmiş, Belediye de bu yerlerin kentsel dönüşüm işinin yapılması için Meclis kararı ile İZBETON AŞ'yi yetkilendirmiştir. İZBETON AŞ işin yapımı için oluşturulan kooperatiflerle protokoller imzalamıştır. İZBETON AŞ süreçte kar amacı gütmemiş, sembolik olarak %1'lik kar payı ile işin yönetimini üstlenmiştir. Kurulan kooperatiflere üye olan kişiler ödeyecekleri aidatlarla işin yapılmasını sağlayacak, yüklenici payı olan bağımsız bölümler aidat ödeyen üyelere, diğer bağımsız bölümler ise arsa sahibi olan kişilere verilerek yapım tamamlanacaktır. Oluşturulan bu sistem; yaşanan kimi idari sorunlar, sistemin işleyişinde karşılaşılan zorluklar, teknik aksaklıklar ama en önemlisi de inşaat maliyetlerinde yaşanan sürekli ve yüksek artışlara rağmen ilerlemiştir. Halen bütün kooperatifler faal durumdadır. İnşaat seviyelerinde gecikmeler söz konusu ise de iş devam etmektedir. Kimi yapılar için teslim süresi dahi dolmamıştır. Müvekkilin belediye başkanlığı döneminde işler bu şekilde devam ederken 31 Mart 2024 tarihinde yapılan yerel seçimlerde müvekkil belediye başkanı adayı olarak gösterilmemiş, bu nedenle belediye başkanı ve yönetimi değişmiştir. Dolayısıyla 31 Mart 2024 tarihinde sonra yapılan ya da yapılmayan iş ve işlemlerden müvekkilin sorumluluğu yoktur. Sonuç olarak yönetsel bir kararın parçası olarak ekonomik demokrasiyi hedefleyen kararların alınması ve uygulanmasından hile ve desise çıkarmaya çalışmak, yerel yönetimlerde yeni projeler üretmeyi, farklı alternatifler aramayı imkansız kılacaktır. Müvekkil Tunç SOYER, sorumluluk almayı tercih ettiği, yurttaşın derdini dert edindiği, "İhaleye çıktım ama olmadı" deyip hiçbir şey yapmamak yerine kilitlenen kentsel dönüşüm sorununa çare aradığı için soruşturulmaktadır. Kooperatiflerle hiçbir ilgisi bulunmamasına, Tunç SOYER’e ilişkin herhangi bir mağduriyet iddiası olmamasına, dolandırılan tek bir kişi bulunmamasına, idari işlem ve faaliyetleri dışında herhangi bir itham iddia düzeyinde bile mevcut olmamasına rağmen devam eden soruşturmada tutuklanmış olmasının hukukla açıklanması da mümkün değildir. Ne hile ne desise ne de kişisel menfaat ya da çıkar için Tunç Soyer kimseyi dolandırmamıştır, cebine bir kuruş girmemiştir. Mevcut dosyada hile ve desise ile aldatıldığı iddiasında bulunan tek kişi yoktur. Menfaat temin ettiğine ilişkin tek bir belge ve hatta iddia dahi yoktur. Dolayısıyla suç yoktur. III. İZBETON AŞ YÖNETİM KURULUNUN 30.03.2023 GÜN VE 17 SAYILI KARARININ İRDELENMESİ 1. 2019 - 2024 yılları arasında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, öncesindeki 10 yıl boyunca da Seferihisar Belediye Başkanı olarak kamu hizmeti icra eden müvekkil hakkında yapılan soruşturmada İzmir Büyükşehir Belediyesinin iştiraki olan İZBETON AŞ Yönetim Kurulu üyesi olarak imzası bulunan 30.03.2023 gün ve 17 sayılı kararda imzasının bulunması tutuklanma gerekçesi yapılmıştır. Bu nedenle öncelikle söz konusu yönetim kurulu kararının irdelenmesi gerekir. 2. Kentsel dönüşüm ile ilgili iş ve işlemlerin İZBETON AŞ tarafından yapılmasına ilişkin Belediye Meclisi kararı sonrasında, İZBETON AŞ genel müdürü tarafından ilgili kooperatiflerle protokoller imzalanmıştır.Meclis’te onaylanan Protokolün 28. Maddesinde şirketin kat karşılığı anahtar teslimi yapım işinden doğacak payı karşılığında satış hakkı kazanacağı durumlarda İdarenin izini olmaksızın temlik edilebileceği düzenlenmiştir. Dolayısıyla iş ve işlemler hukuka uygun yapılmıştır. 2022 yılına ilişkin Sayıştay Denetim raporunda; şirketin mali yapısını etkileyecek düzeydeki kentsel dönüşüm işisözleşmeleri hakkında şirket yönetim kurulu kararının olmaması eleştiri konusu yapılmıştır. Eleştiri hukuka aykırılığın tespiti değil, olası hukuka aykırılıkları önlemek içindir. Sayıştay tarafından bulgu olarak belirtilen bu hususun giderilmesi ve böylece Sayıştay kararına uygun davranılması amacıyla İZBETON AŞ yönetim kurulu toplantısı yapılmış ve 30.03.2023 gün ve 17 sayılı kararla şirket genel müdürü ve genel müdür yardımcısı yetkilendirilmiştir. Görüldüğü gibi İZBETON AŞ Yönetim Kurulu, Sayıştay kararının gereğini yerine getirmiştir. Bu kararın gereği yerine getirilmediği takdirde "Neden Sayıştay Kararının gereğini yerine getirmediniz?" diye sorgulanması gereken yönetim kurulu karar gereğini yerine getirdi diye tutuklanmıştır. 3. İZBETON AŞ Yönetim Kurulunun söz konusu kararı, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talebi üzerine dosyayı inceleyen bilirkişi heyeti tarafından da ayrıca ve özellikle irdelenmiştir. Hazine ve Maliye Bakanlığında muhasebat başkontrolörü olarak çalışan dört kişilik bilirkişi heyetinden, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından alınan 02.06.2025 tarihli bilirkişi raporunun sonuç kısmı aynen şöyledir: "3.4. Büyükşehir Belediyesinin hakim ortağı olduğu İZBETON AŞ'nin Genel Müdürü Heval Savaş KAYA'nın şirketi taahhüt altına sokan protokolleri tek başına yetkisiz olarak imzalamasının, tek imzalı olarak bir dönem yürürlükte kalan protokollerin Yönetim Kurulu tarafından geriye dönük olarak ilgili kanunlara ve usule uygun hale getirilmesi amacıyla 30.03.2023 gün ve 17 sayılı Karar ile onaylanmasının açıklanan sebeplerle MEVZUATA AYKIRILIK TEŞKİL ETMEDİĞİ," Görüldüğü gibi, savcılık makamının kendisinin atadığı, her biri Hazine ve Maliye Bakanlığı çalışanı olan dört kişilik bilirkişi heyeti dahi, yönetim kurulu kararının mevzuata aykırı olmadığını açık şekilde ifade etmektedir. IV. CMK 100. MADDESİNDE DÜZENLENEN TUTUKLAMA KOŞULLARI SOMUT OLAYDA GERÇEKLEŞMEMİŞTİR. Yukarıda izah edildiği üzere, müvekkilin üzerine atılı suç unsurları ile oluşmadığı gibi müvekkilin suç sayılan eylemi de yoktur. Bu bakımdan müvekkil hakkında verilen tutuklama kararı hukuka aykırıdır. Bu durumun yanı sıra CMK'nın 100. maddesinde sayılan tutuklama nedenleri de somut olayda oluşmamış olduğundan verilen tutuklama kararı hukuka aykırıdır. 1. Müvekkil hakkında yapılan soruşturmada üzerine atılı suç dolandırıcılık olarak nitelendirilmiştir. Müvekkilin suç sayılan hiçbir eylemi yoktur. İddia makamı tarafından yapılan hukuki nitelendirme nitelikli dolandırıcılık suçuna yönelik olduğundan öncelikle bu suçun hukuki tartışmasının yapılması gerekmiştir. 2. Dolandırıcılık suçunun tanımı, unsurları ve nitelikli hallerinin neler olduğu öğretide ve yargısal içtihatlarda bir çok kere irdelenmiştir. Türk Ceza Hukukunun 100 yılı aşan süreci boyunca binlerce karara, kitaba, makaleye konu olmuş bu suçun bilinmeyen bir yanı yoktur. 3. Dolandırıcılık suçu ekonomik çıkar amacıyla işlenen suçlardandır. Bu suçun işlenmesi için suç kastı ile hareket edilmesi, failin ekonomik çıkar (maddi menfaat) amacıyla hareket etmesi gerekir. 4. Dolandırıcılık suçu, kasten işlenebilen bir suçtur. Failin suç kastından bahsedebilmek için dolandırıcılık suçunun maddî unsurlarının hepsinin fail tarafından bilinmesi gerekir. Fail gerçekleştirdiği davranışların hile teşkil ettiğini, başka birini aldatıcı nitelikte olduğunu, bu hileli davranışlar sonucunda ve bunların etkisiyle, hileye maruz kalan kişinin veya başkasının malvarlığında bir eksilme meydana geldiğini, zarar gördüğünü ve buna karşılık, kendisinin veya sair bir kişinin malvarlığında bir artma meydana geldiğini bilmelidir. Bu itibarla, fail, mağdurun malvarlığındaki eksilmenin, mağdurun gördüğü zararın kendi hileli davranışları sonucunda meydana geldiğini de bilmelidir. 5. Suçun oluşabilmesi için, failin hileli davranışları sonucunda mağdurun iradesini sakatlaması, sakatlanan bu irade ile maddi çıkar elde edilmesi gerekir. Soyut, basit nitelikteki hile suçun oluşumu için yeterli değildir. 6. Ticari faaliyet kapsamındaki davranışların suç teşkil etmesi için, failin suç kastının ve hileli davranışlarının baştan itibaren olması gerekir. Ticari faaliyet yürütülürken ortaya çıkan aksaklıklar, gecikmeler, geç ya da eksik ifalar suçun değil hukuk yargılamasının, tazminat ya da alacak davasının konusunu oluşturur. 7. Kooperatif usulü ile yapılan yapı işlerinin zamanında yapılmaması ya da eksik yapılması gibi şikayetlerin incelenme yeri ceza mahkemeleri ya da savcılıklar değil hukuk mahkemeleridir. Zira kişilerin ticari faaliyetlerden kaynaklanan hak alacaklarının olması suç işlendiği anlamına gelmez. 8. Müvekkil bakımından belirtilen suçun unsurları söz konusu değildir. Müvekkilin dolandırıcılık sayılacak bir eylemi olmadığı gibi suç kastı ile icra ettiği bir eylemi de yoktur. Kentsel dönüşüm kapsamında yapılan inşaatlar devam etmektedir. Bu inşaatların kimisinin teslim süresi dahi gelmemiştir. İnşaatların geciktiğinden bahisle dolandırıcılık suçu oluştuğunu ileri sürmek hukuk dışıdır. Müvekkilin üzerine atılı suç, unsurları ile oluşmadığından, tutuklama kararı verilmesi için gereken atılı suçu işlediği hususunda kuvvetli şüphe sebebinin varlığı somut delillerin olması koşulu da gerçekleşmiş değildir. 9. Müvekkil 10 yıl Seferihisar Belediye Başkanı, 5 yıl boyunca da İzmir Büyükşehir belediye Başkanı olarak kamu görevi icra etmiştir. Yüz milyarlarca lirayı aşan bütçeler yönetmiştir. Bugüne kadar edindiği tüm mal varlığını görev yaptığı her aşamada hem resmi olarak bildirmiş hem de kamuoyuna açıklamıştır. 10. Müvekkil ve ailesi halen Seferihisar'ın Ulamış köyünün kırsalında 75 metre kare zemine sahip iki buçuk katlı bir evde oturmaktadır. Hayatı boyunca kamu kaynaklarını, doğayı ve insanı korumaya çalışan bir kişi olduğu tüm kamuoyunun malumudur. Kişisel çıkar ya da maddi menfaat Tunç SOYER ile yan yana anılabilecek kavramlar değildir. Müvekkilin tüm bu özelliklerine rağmen onun maddi menfaat için bir eylemde bulunabileceğini düşünmek, bu yönde soruşturma yapmak ve bununla da yetinmeyerek tutuklamak hukuken izah edilecek şeyler değildir. Soruşturmanın tümü ve verilen karar ülkenin içinde bulunduğu hukuk krizinin bir sonucudur ve bu hukuksuzluğa son vermek için hukuk yollarına başvuruda bulunmak gerekmiştir. B. TUTUKLAMA SEBEBİ YOKTUR. 1. CMK'nın 100 maddesi uyarınca tutuklama kararı verilebilmesi için kuvvetli şüphe sebebinin varlığını gösteren somut delillerin yanı sıra tutuklama sebebinin bulunması gerekir. Tutuklama sebepleri CMK'nın 100/2 maddesinde sınırlı olarak sayılmış olup bu sebepler kaçma ya da delilleri karartma şüphesini gösteren somut olguların ve kuvvetli şüphenin bulunmasıdır. Somut olayda bu koşulların hiçbirisi gerçekleşmemiştir. 2. Müvekkilin kaçma şüphesi yoktur. a. Müvekkil tüm Türkiye'nin bildiği, tanıdığı bir kişidir. Hayatı boyunca kamu hizmeti yapmıştır. 10 yıl Seferihisar Belediye Başkanlığı, 5 yıl İzmir Büyükşehir belediye Başkanlığı yapmıştır. Seferihisar İlçesinin Ulamış Köyünün kırsalında 75 m2 zeminde oturan iki buçuk katlı bir evde yaşamaktadır. Bu ev kendisine aittir ve uzun yıllardır aynı adreste yaşamaktadır. b. Müvekkil hakkındaki soruşturma 2 yılı aşkın süredir devam etmekte olup müvekkil de bu soruşturmadan haberdardır. Belediye başkanlığı döneminde suçlamayla ilgili olarak istenilen belgeleri savcılık makamına göndermiş, teftiş yapan Mülkiye Müfettişine gerekli açıklamaları yapmış, soruşturmanın her aşamasında gerçek durumun anlaşılması için çaba göstermiştir. c. Hakkındaki soruşturma nedeniyle kaçması söz konusu olmadığı gibi bu durumu ortaya koyan somut bir husus iddia düzeyinde dahi ileri sürülmemiştir. Tutuklama kararında da kaçma şüphesini gösteren hangi somut olgunun bulunduğu izah edilmemiş, gerekçe yazılmamış, kanunda yer alan hükümdeki sözler matbu şekilde tekrar edilerek şablon bir gerekçe yazılmıştır. Anayasa Mahkemesi kararlarında da dile getirildiği üzere, gerekçeli karar hakkı, Anayasal bir hak olan adil yargılanma hakkının bir uzantısı olup, müvekkil hakkında verilen tutuklama kararında "kaçma şüphesini gösteren somut olguların" ne olduğu açıklanmamış, gerekçe yazılmamış, ileri sürdüğümüz savunmaya dair görüşler tartışılmamış, bu savunmalara neden itibar edilmediği yazılmamıştır. 3. Müvekkilin delilleri karartması gibi bir durum da söz konusu olmadığı gibi karartılacak delil de yoktur. a. CMK'nın 100 maddesi uyarınca tutuklama kararı verilebilmesi için delilleri karatma şüphesini gösteren somut olguların bulunması gerekir. b. Müvekkil hakkındaki soruşturmadaki deliller belediye, şirket ve kooperatif kayıtlarıdır. Bu kayıtlar defalarca incelenmiş, istenilen her aşamada savcılık makamına verilmiş, üzerinde yapılan incelemeler sonucunda farklı tarihlerde denetim raporları ve bilirkişi raporları düzenlenmiştir. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında suç sayılan eylem olup olmadığı, varsa hangi suçu oluşturduğu gibi hukuki nitelemeye ilişkin tartışmalar yapılacak olup delillerin ne olduğu hususunda bir tartışma yoktur. Esasen Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu soruşturmayı iki yıla yakın süredir devam ettirmekte olup öncesinde de bir çok idari denetim mekanizması işletilmiştir. Bu zamana kadar bütün deliller toplanmış olup müvekkilin serbest kalması durumunda etkileyeceği ya da karartacağı bir delil söz konusu değildir. c. Müvekkil 31 Mart 2024 tarihinden bu yana belediye başkanı da değildir. Yani belediye yönetimi üzerinde söz sahibi olmadığı gibi belediye görevlileri üzerinde yönetici konumu da yoktur. Bu bakımdan serbest kalması durumunda belediye idaresine yönelik bir etki ya da baskı yapması imkanı da yoktur. d. Hakkındaki soruşturma kapsamındaki delilleri karartma ihtimali olmadığı gibi bu durumu ortaya koyan somut bir husus iddia düzeyinde dahi ileri sürülmemiştir. Tutuklama kararında da delilleri karatma şüphesini gösteren hangi somut olgunun bulunduğu izah edilmemiş, gerekçe yazılmamış, kanunda yer alan hükümdeki sözler matbu şekilde tekrar edilerek şablon bir gerekçe yazılmıştır. Anayasa Mahkemesinin bir çok kararında da dile getirildiği üzere gerekçeli karar hakkı Anayasal bir hak olan adil yargılanma hakkının bir uzantısı olup, müvekkil hakkında verilen tutuklama kararında "delilleri karatma şüphesini gösteren somut olguların" ne olduğu açıklanmamış, gerekçe yazılmamıştır. C. TUTUKLAMA SEBEBİ OLDUĞU KABUL EDİLSE BİLE ADLİ KONTROL ÖNLEMLERİ İLE BU SEBEBİN BERTARAF EDİLMESİ MÜMKÜNDÜR. 1. Müvekkilin üzerine atılı suçla ilgili tutuklama sebebinin bulunduğu kabul edilse bile CMK'nın 101 maddesi uyarınca, adli kontrol tedbiri ile bu tutuklama sebepleri bertaraf edilebiliyor ise tutuklama kararı verilemez. 2. Somut olayda, tutuklama kararı yerine CMK'nın 109 maddesinde düzenlenen adli kontrol tedbirlerinin verilmesini engelleyen bir neden yoktur. 3. Müvekkil uzun yıllar kamu hizmeti yapmış, milyarlarca lirayı aşan değerdeki bütçeleri yönetmiştir. Tüm toplum tarafından bilinen ve tanınan bir kişi olup, onun hakkında adli kontrol kararı verilerek serbest bırakılması durumunda soruşturmanın ilerlemesinde hiçbir olumsuz durum yaşanmayacaktır. 4. Tutuklama kararı vermeden önce adli kontrol önlemlerinin tutuklama sebebini bertaraf etmeye yetip yetmeyeceğinin tartışılması gerekir. Hakimlik kararında bu yönde bir tartışma yapılmamış, kanunda yer alan sözler matbu olarak dile getirilmekle yetinilmiştir. D. TUTUKLAMA KARARI VERİLMESİ ORANTILI/ÖLÇÜLÜ DEĞİLDİR. 1. Tutuklama kararı ceza muhakemesinde verilen en ağır tedbirdir. Verilen bu karar ile üzerine atılı suçu işlediği henüz kesinleşmemiş kişi özgürlüğünden yoksun kalmakta adeta peşin olarak cezalandırılmaktadır. CMK'nın 100/1 maddesi bu hususa değinmiş ve "İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez" şeklinde açık düzenleme getirmiştir. 2. Ölçülülük ilkesi, hukuk devletinin en temel ilkelerinden birisidir. Bu ilkeye göre idarenin davranış ve hareketlerinde kullandığı imkan ve araçlar, davranış ile elde edilmek istenen sonuç ile uyumlu ve ölçülü olmalıdır. Ölçülülük ilkesi yürütme erkinin keyfi işlemler yapmasının önüne geçebilmek için vardır. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarına göre ölçülülük ilkesinin üç unsuru bulunmaktadır. Bunlar; elverişlilik, gereklilik ve orantılılıktır. Elverişlilik, idare tarafından yapılan bir işlemin ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını sağlar. Gereklilik unsuru, idare tarafından yapılan bir işlemin ulaşılmak istenen amaç için gerekli olup olmadığı, bu amaca ulaşmakta bireysel haklara daha az zarar verecek başka bir araç bulunup bulunmadığı ile ilgilidir. Orantılılık, idarenin olması halinde soruşturmanın yapılamayacak olması gerekir ki somut olay bakımından böyle bir durum yoktur. 3. Baştan beri izah edildiği üzere, müvekkilin üzerine atılı suç unsurları ile oluşmadığı gibi müvekkilin suç teşkil eden bir eylemi de yoktur. Bu nedenle yapılacak yargılama sonucunda beraat edeceği açıktır. 4. Müvekkilin tutuklanması ile ortaya çıkacak zarar, tutuklama kararı ile elde edilmesi umulan yarara göre açıkça orantısızdır. Müvekkil kaçma ve delilleri karatma şüphesi olmayan bir kişidir. Tutuklu kalması ile ortaya çıkacak zarar açıkça ortadadır. Yargılama sonucunda beraat edeceği bugünden bile anlaşılmaktadır. Ceza muhakemesi işlemlerinin yapılması ve yargılama sürecinin devam etmesi için bir koruma tedbiri aracı olan tutuklamanın, peşin cezalandırma aracı olarak kullanılması hukuka aykırıdır. Baştan beri izah edilen soruşturma kapsamında tutuklama gibi ağır, telafisi mümkün olmayan bir tedbire başvurmanın orantısız olduğu izahtan varestedir. Müvekkil hakkında koşulları oluşmadığı halde yakalama ve gözaltına alma kararları verilmiştir. Bu kararlar ve tutuklama kararı ile aynı zamanda Anayasa'nın 19 ve AİHS'nin 5. Maddesinde ifadesini bulan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ihlal edilmiştir. Kolluk tarafından alınan ifadede tutanağına müdafi olarak verdiğimiz beyan sırasında, açıkça yakalama ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin kararlara itiraz edilmiş olmasına rağmen bu itirazımızın değerlendirilmesi için dosyanın sulh ceza hakimliğine gönderilmemiş olması da keyfilik içermekte olup kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelir. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, müvekkilimizin tutuklu kalması yasaya ve soruşturma içeriğine aykırı olacağından; 1. İzmir 2. Sulh Ceza Hakimliği'nin 04.07.2025 gün ve 2025/1223 Sorgu sayılı tutuklama kararının öncelikle CMK'nın 268/1 maddesi uyarınca kararı veren Hakimliğinizce incelenerek kaldırılmasını, müvekkil MUSTAFA TUNÇ SOYER'in TAHLİYESİNE, 2. Müvekkil hakkında verilen yakalama, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin kararlara itiraz edilmiş olmasına rağmen bu itirazımızın değerlendirilmemesi nedeniyle söz konusu itirazlarımız hakkında karar verilmesini, 3. Bu talebimizin yerinde görülmemesi halinde CMK'nın 268/3-b maddesi uyarınca itirazımın incelenmesi için İZMİR ASLİYE CEZA MAHKEMESİ'NE gönderilmesini,başvurduğu araçla ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantı bulunmasını ifade etmektedir. Verilen tutuklama kararı, ölçülülük ilkesine ve dolayısıyla hukuka aykırıdır. Zira bu karar hem elverişlilik hem gereklilik hem de orantılılık unsurlarına aykırıdır. Tutuklama kararı, bir tedbirdir. Böyle bir tedbir uygulanmasındaki amaç, belediye başkanının görevde İzmir Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılacak inceleme sonucunda itirazımızın kabulüne karar verilerek, İzmir 2. Sulh Ceza Hakimliği'nin 04.07.2025 gün ve 2025/1223 Sorgu sayılı tutuklama kararının kaldırılarak müvekkil MUSTAFA TUNÇ SOYER'in TAHLİYESİNE, Karar verilmesini müvekkil adına saygıyla talep ederiz.