Özel'den operasyon tepkisi: 'Torbacı yok, bir torba var...'

9 Ekim 2025 Perşembe   13:34

Cumhuriyet Halk Partisi( (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, İspanya ve Belçika’daki temasları için yurtdışına çıkmadan önce İstanbul Havalimanı’nda basın toplantısı düzenledi.

Özel, dün (8 Ekim Çarşamba) ünlü isimlere yönelik operasyona ilişkin sert tepki gösterdi.

Operasyonun özel hayatın ihlali olduğunu belirten Özgür Özel, "Güya bir torbacı var. Bir torbacı yok, bir torba var. O torbanın içinde muhalif kimliği olan sanatçılar var" yorumunda bulundu.

Özel basın toplantısında, Sosyalist Enternasyonel'de Gazze meselesiyle, sağın yükselişi gibi konuların gündeme geleceğini söyledi.

Toplantının ardından basın mensuplarının sorularını yanıtlatan Özgür Özel, gündeme dair açıklamalar da yaptı.

Erdoğan'ın resepiyon fotoğrafının CHP'yi yalnızlaştırma hamlesi olduğuna dair bir soruya yanıt veren Özel, "60 mitingde 11 milyon kişiyle, İstanbul’da çarşamba gecelerini, Anadolu’da meydanları dolduran bir partiyi kimsenin yalnızlaştırmaya gücü yetmez" dedi.

Erdoğan'a yönelik eleştilerini tekrarlayan CHP lideri, "40 fırın ekmek yese bizim düşmansız siyaset tarifimizi anlayamayacak durumdadır. Çünkü düşmanı yoksa Erdoğan da yoktur” yorumunda bulundu.

Özel, bir basın mensubunun yönelttiği "Komisyon İmralı'ya gitme kararı alırsa CHP gidecek mi?" sorusuna verdiği yanıtta "AKP önce kendi tutumunu belirlesin" ifadesini kullandı.

Adalet Bakanlığı'nın AİHM'e itirazına dair bir soruyu da yanıtlayan Özgür Özel, AİHM kararlarının bir an önce uygulanması gerektiğini belirtti. Özel, "Kendi anayasasına uymayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu konuda yapmış oldukları o itirazın da süreç açısından son derece samimiyetsiz olduklarını değerlendiriyorum" dedi.

Basın toplantısında Gazze'deki ateşkese de değinen CHP lideri Özgür Özel, Gazze'nin tamamının Filistinlilere bırakılmamasını "endişe verici" olarak değerlendirdi.

Özel, "Gazze şeridi, Filistinlilerindir ve Filistinlilere bırakılmalıdır" diye konuştu.

SOSYALİST ENTERNASYONAL’DE NELER KONUŞULACAK?

Özel'in açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde:

“Sosyalist Enternasyonal toplantımızın ana gündemi, hiç şüphesiz İsrail’in iki yıldır Gazze’de uyguladığı soykırım politikası. Amerikan Başkanı Trump’ın Gazze planı kapsamında bugün İsrail ile Hamas arasında varılan ateşkes antlaşmasının hemen ertesinde olması ve hep birlikte Sosyalist Enternasyonal’de yöneticilerin bunu birlikte değerlendirme ve önümüze bu konuda bir yol haritası koymak açısından son derece değerli olacak.

Sosyalist Enternasyonal Başkanı, İspanya Başbakanı, dostum Pedro Sanchez bugüne kadar Filistin meselesinde en güçlü desteği veren liderlerden biri. Benim de başkan yardımcısı olduğum Sosyalist Enternasyonal de bugüne kadar yayınladığı tüm bildirilerde Filistin davasının yanında ve arkasında olmuştur, bundan sonra da olmaya devam edecek. Toplantılarımızda ayrıca Avrupa’da yükselen aşırı sağ ve otoriterlik, Rusya - Ukrayna savaşı başta olmak üzere bölgesel sorunları konuşacağız.

 

Avrupa’da ve dünyada sağ popülizme karşı, neo-liberal ekonomi politikalarına ve gelir adaletsizliğine karşı sosyal demokrat çözümler üretmek için partilerimiz arasında var olan dayanışmayı büyütmeyi ve bu konudaki ortak mücadelemizi sürdürmeyi ve güçlendirmeyi amaçlıyoruz. Hiç şüphe yok ki Türkiye’de 19 Mart gününden itibaren devrede olan ve ülkenin bir sonraki iktidarına yapılan darbe girişimi, buna karşı verdiğimiz mücadele, kardeş partilerimiz tarafından gerekli desteği görüyor. Ancak bu konuda Türkiye’de yaşananlar, yazılmayan iddianameler, önü - arkası kesilmeyen dalga dalga operasyonlar ve toplumun tüm kesimlerine gözdağı vermek için yapılan, Türkiye’nin gündemini meşgul eden gazetecilerin, akademisyenlerin, sanatçıların gözaltına alınması, kötü muamele görmesi ve devamında da çok sayıda haksız tutuklama, akademi üzerindeki baskılar, öğrencilere yapılan baskılar elbette bizim gündemimizde.

"KAPATMA DAVASI AÇILDIĞINDA DÜNYA BAŞKENTLERİNİ GEZDİLER"

Ülkeyi yönetenlerin şöyle bir ezberleri var: ‘Ne oluyorsa Türkiye’de kalsın. Kol kesilsin, yen içinde kalsın.’ Bu konuya eğer kişisel menfaatler, çıkarlar, çatışmalar söz konusu olsa bir yere kadar katlanılabilir. Ama ülkenin doğrudan demokrasisi, Cumhuriyet’in en önemli kazanımı sandık tehlikedeyken ve ülkedeki herkes sadece birileri iktidarını sürdürsün diye büyük bir baskı altındayken, zulüm altındayken, işkenceye varan kötü muamele altındayken, Türkiye’de yaşanan bu demokrasi sorununu dünyanın sorunudur.

Aynı 15 Temmuz gibi. Hatta öncesinde Türkiye’de haksız bir şekilde bazı öğrencilerin, kadınların başını örtmesi, eğitim konusunda bir engeldir diye bir hak ihlali varken, ki ben o dönemde üniversite öğrencisiyken öğrenci arkadaşlarımızın, kadın arkadaşlarımızın yanındaydık. Bu sorunu dünyaya anlatıyordu AK Parti. ‘Türkiye’yi dünyaya şikayet ediyorsun’ diyorlardı. Bu hak ihlaline karşı o gün AK Parti’nin bunları dünyaya anlatması meşruydu. AK Parti’ye kapatma davası açıldı. Heyetler kurdular, dünya başkentlerini gezdiler. Dertlerini anlattılar. O gün meşruydu. 15 Temmuz gecesi kapalı Meclis’i birlikte açtık darbeye karşı. Ertesi gün Sayın Erdoğan’ın tebrik telefonu geldi grubumuza, ‘Teşekkür edilecek bir şey yok’ dedik. O sırada ben Genel Başkanımızın yanındaydım, gece Meclis’i açtıran ve işleten Cumhuriyet Halk Partisi’nin temsilcisi, yetkilisi, grup başkanvekili olarak. Sayın Erdoğan grubumuza teşekkür ediyordu, ayrıca da ‘Sizin dış bağlantılarınız kuvvetli, bu darbeyi dünyaya birlikte anlatalım’ diyordu, 15 Temmuz darbesini. O gün meşruydu, şimdi darbeye uğrayan Erdoğan değil; darbeyi yapan Erdoğan, yaptıran Erdoğan olunca ‘Bizi dünyaya şikayet etmesin.’ Kusura bakmasın. Nerede bu yoğurdun bolluğu, ben anlayamadım. Ama biz bunu bütün dünyaya anlatmaya, haklı mücadelemizi dünyaya anlatmaya, sandığı savunmaya, demokratik dünyanın parçası olması gereken Türkiye’nin demokrasiden kopmasına hem biz Türkiye’deki mücadeleyle izin vermemeye, hem de dünyanın bunu bilmesine, görmesine katkı sağlamaya devam edeceğiz.

“61’İNCİ EYLEMİMİZ, BRÜKSEL MEYDANINDA YAPACAĞIZ”

Heyetimizle birlikte cumartesi günü Madrid temaslarımızın ardından Belçika’nın başkenti Brüksel’e geçeceğiz. 12 Ekim Pazar günü saat 14.00’te Brüksel meydanında olacağız. Belçika’daki, Hollanda’daki, Almanya’daki, Fransa’daki Türkler sürekli bizi ‘Bir eylem de burada olsun’ diye davet ediyorlardı. Ortak bir nokta ve bir başlangıç noktası olarak Brüksel’i seçtik.

Elbette çok sayıda yabancı konuğumuz olacak, çok kıymetli çeşitli görevlerde olan. Hem ülkelerinin Avrupa Birliği’ndeki temsilcileri, Konseyden temsilciler, Avrupa’nın dört bir yanından belediye başkanları, siyaset insanları ve Türkiye’nin dostlarının da misafirimiz olacağı bir mitingte Brüksel meydanında olacağız. 61’inci eylemimizi de orada yapacağız.

Ardından Türkiye’ye döneceğiz. Yurtdışında geçirdiğimiz üç - dört günün sonunda Türkiye’de mücadelemizi kaldığımız yerden sürdüreceğiz. Tabii giderken gözümüz arkada değil. Tüm Türkiye, İstanbul il başkanımıza, partimiz genel başkan yardımcılarımıza, örgütümüze ve sevenlerimize emanettir. Bu faydalı olacağını değerlendirdiğimiz temaslardan sonra pazar akşam geç saatlerde burada olacağız. Pazartesiden itibaren de mücadelemize devam edeceğiz.

"TORBACI YOK, TORBA VAR"

Utanç verici bir operasyon. Zaten gözaltı yapsa, ‘Gözaltı yaptım’ dese bunun sebebi sorulur. Ve ne yaptığı bilinir. Yaptığı iş bir gözaltı değil, yaptığı işin ne olduğunun hukuk devletinde bir karşılığı da yok. Yaptıkları iş doğrudan birincisi; aile hayatına saldırı, özel hayata saldırı, konut güvencesine saldırı. Ve itibar suikasti. Doğrudan bir itibar suikasti.

Amaç ne? Amaç şu: Güya bir tanıkları var, bir torbacı var. O bir ifade veriyor. O torbacının torbasından nasıl oluyorsa Türkiye’de iktidarı memnun edecek, iktidarı övecek söylemleri olmayan, zaman zaman eleştiren ama yani eleştirileri de demokratik sınırlar içinde kimseyi rencide etmeyen hatta çok dikkatli eleştiriler. Ama ne yapmışlar?

Örneğin 19 Mart darbesine karşı eleştirel bir tutum içinde olmuşlar. Diyorlar ki ‘Bir torbacı var.’ Bir torbacı yok. Bir torba var. Torbanın içinde muhalif kimliği olan sanatçılar var. Onları çıkarıyorlar, sabahın köründe evden jandarmayla alıyorlar. Kan kontrolüne, idrar kontrolüne, saç teli alıp saç telinden uyuşturucu kontrolüne götürüyorlar. Bu 19 kişiden 18’inde şey çıksa, çıkmaz da çıksa, birinde çıkmasa, o bir kişiye yaptığınız bu haksızlığın hesabını nerede vereceksiniz? Nerede vereceksin? Siz güya hukukçusunuz. Hukuk diyor ki ‘Bir tane masum içeri gireceğine 99 suçlu aramızda gezsin.’ İlk duyduğunda ürperticidir. Dersin ki ‘Ya nasıl olur?’ Bir masumu boşu boşuna suçlamanın bedelini hakimlere, savcılara öğretirken böyle öğretiyorlar. Bunlar bunu tahsil edip sonra gelip bunu uyguluyorlar.

4 Eylül günü Meriç Alkan Keskin'in kızı Güneş dünyaya geldi. Ve Güneş bebeği annesi 32 gündür emziriyor. Dün Meriç Hanım‘ı aldılar, jandarmayla götürdüler. Eşi elinde süt pompasıyla geldi ve birileri kan örneği, saç örneği diye Güneş’in annesini itibarsızlaştırmaya çalışırken; o Güneş’e süt aldı oradan süt götürdü. Bu kadar ayıp bir şey, bu kadar utanç verici bir şeyi bu ülkeye yaşatanlara lanet olsun. Lanet olsun.

AK PARTİ'YE YAKIN SANATÇILARA SESLENDİ

Onun dışında ben arkadaşların açıklamalarını dinledim. Örneğin Hadise diyor ki ‘Hayatımda ilk defa sabah 06.30’da korkarak uyandım. Kapım deliler gibi çalındı. Ben sigara bile içmiyorum’ diyor.

Diğer taraftan İrem Derici, ‘Sabah 07.00’da evden o şekilde alınmak çok üzdü, ağrıma gitti. Bir telefon etseler gidip ne isterlerse verirdim. Alnım ana sütüm kadar ak’ demiş. Ve ‘Böyle bir ifade verecek kadar açık bir kadınım. Neden bunu yaptılar anlamadım’ demiş. Sayın Ziynet Sali’nin avukatı, hayatı boyunca

 

Ziynet Sali’nin sigara bile içmediğini söylemiş. Şimdi ne olacak? Kaldı ki bir torbacının iftiraları. Böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsanız telefon ettiğinizde hangi birisi gelmeyecek. Çağırdınız da gelmedi mi de jandarmayla gittiniz? Yani çağırdınız, o da gelmedi kaçtı mı da jandarmayla sabah 06.30’da gittiniz.

Şimdi buradan bütün AK Parti‘ye yakın sanatçılara, yazarlara, çizerlere şunu soruyorum. Siz belki yakın yere koymuyorsunuz, biz olacağına inanıyoruz ama. Seçim oldu iktidar değişti. Sen Tayyip Erdoğan’a övgüler düzen, iyi şeyler söyleyen, belki bizleri eleştiren birisin. Köşelerinden yazan birisin. Ertesi sabah kapı çalınıyor, jandarma geliyor. Ve sizi evlerinizden teker teker alıyor, saç kontrolüne, idrar vermeye, zorla kan vermeye götürüyor. Sonra çıkıyor birisi de diyor ki, ‘Bir torbacı var. Söyledi, torbadan hep bu AK Parti‘ye yakın sanatçılar çıktı, gazeteciler çıktı, yazarlar çıktı, televizyoncular çıktı.’ Ne hissedeceksiniz? Bugün bize yaptıkları bu. Size yapılsa ne hissedeceksiniz? Evladınızın önünde, eşinizin yanından ve komşularınızın gözü önünde bir sürü jandarma arabası aşağıda çakarlarla gelip size ‘Hakkınızda bir iddia var, birisi size uyuşturucu sattığını söylemiş.’ Sizi alıp paldır küldür getiriyor. Hadi bakalım ‘Ver idrarını, aç kolunu, kan ver, saçını kopar.’ Bunu siyasi bir husumetle size biz yaparsak yarın, ne hissedecekseniz düşünün. Ben size şunu söyleyeyim. Böyle bir şey yaparsak namerdiz. Hiç korkmayın. Bizim vicdanımıza emanetsiniz. Ama ülkeyi öyle bir hale getirdiler ki, bunun olup olmaması ülkeyi yönetenlerin vicdanına emanet.

"ÇİZDİKLERİ ALANIN İÇERİSİNDE KALMAYACAĞIZ"

Bugün bu ülkeyi yöneten bu vicdansızlar, onların atadığı bu işe kalkışanlar, sırf muhalif diye, sırf eleştirmiş diye bunu yapıyor. Bugün bizi eleştirenlerin yarınları bizim ahlakımıza emanettir. Ama bir ülkeyi yönetenler, ahlaki çizgiyi, rotayı kaybettiler diye bu zulümler oluyorsa; o ülke hukuk devleti olmaktan çıkmıştır. Herkesin birden ülkenin kurallarına emanet olması lazım. Bir gün bunun sizin sevdiklerinize, evlatlarınıza, kızınıza, torununuza yapıldığını düşünün. Yapmayacağız. Namusumuz ve şerefimiz üzerine yemin ederiz ki yapmayacağız. Ama bize ne yapıldığını görün. Ondan sonra oturun bunu yapın.

Bu mesele neden uyuşturucu üzerinden? ‘Konu hassas. Muhalefet susar, savunamaz. Uyuşturucuyu mu savunuyor?’ Uyuşturucu savunmuyorum bu kokuşmuşluğun karşısında savunulması gereken kim varsa onu savunuyorum. En olmadık yerlerde, en olmadık işleri deneyerek insanları savunmasız, bizi de onları savunmayan bir çizgiye itmek için kurulan kumpas bunlar. Hiçbirine teslim olmayacağız. Çizdikleri alanın içerisinde kalmayacağız, muhalefeti nerede yapmak gerekiyorsa orada yapacağız.

“İÇİŞLERİ BAKANI YÜREKSİZİN, KİFAYETSİZİN TEKİ”

İçişleri Bakanı. Onda öyle bir yürek yok. Yüreksizin teki, kifayetsizin teki. Yapamaz. O ancak yapsa yapsa Üsküdar’daki kaçak büfeleri, rant büfelerini savunmak için, o büfeleri yıkmak isteyen belediye çalışanlarının karşısına polis diker. O, talimat alınca Atatürk’ün kurduğu baba evine 5 bin tane polis yollar, bir karış mesafeden gaz sıktırır. O kifayetsiz, o yeteneksiz, o liyakatsiz. Tayyip Erdoğan eğer sorumluluk alabiliyorsa çıksın, bu sanatçılardan ve bu milletten özür dilesin. 32 yaşındaki Güneş’in annesinin süt vereceği, sütünü sağıp da evladına vereceği, evladını emzireceği yerde kan, idrar kontrolüne götürüyorsa çıksınlar bu milletten özür dilesinler.

 

AK Partili kadın siyasetçilere, kadın milletvekillerine, AK Parti kadın kollarına, bu utanç verici meselede tarihin ayıp tarafında değil vicdan tarafında yer almaya, bu başsavcıya ve buna kolluk gücünü alet eden İçişleri Bakanı’na tepki göstermeye ve bu meselede doğru bir yerde tavır takınmaya davet ediyorum. Bu meseleyi AK Partili kadın siyasetçilere sorun arkadaşlar. Bu utanca susacaklar mı? Bir sefer olsun tarihin doğru tarafında yer alacaklar mı? Öyle bir noktadayız.

"KİMİN NASIL YALNIZLAŞTIĞINI MİLLETİMİZ GÖRÜYOR"

60 mitingde 11 milyon kişiyle, İstanbul’da çarşamba gecelerini, Anadolu’da meydanları dolduran bir partiyi kimsenin yalnızlaştırmaya gücü yetmez. Kimsenin gücü yetmez. Yeterince kalabalığız. Ahlaki üstünlüğümüz, psikolojik üstünlüğümüz yerinde. Onun sonucu çoğunluk enerjisi bizimle. Kendi atadıklarını doldurduğu salonlarda kendini alkışlatanların ya da Meclis’te bir resepsiyon davetine icabet etme nezaketi gösterenlerle çektirdiği fotoğrafı kendine bir siyasette meşruiyet diye arayanların haline gerçekten acıyarak ve gülümseyerek bakıyorum.

Kimin nasıl yalnızlaştığını, kimin nasıl arkasındaki kitlesel desteği çoklaştırdığını milletimiz görüyor. Bunun yanında çok açık ve net bir durum var. Bu Erdoğan bu söylediği sözlerde samimi olmadığını, kendi kendine yaptıklarıyla ispatlayan ve başka bir kanıta ihtiyaç bırakmayan bir tutum içinde. Bugün o salona davet ettiklerinden iki partiyi kendisinden ayrılıp parti kurdu diye hain ilan eden, bayramlarda ziyaret programına almadığını sizlere iletişim yaparak, ‘Bu sene de AK Parti’nin bayramlaşma listesinde Deva ve Gelecek yok’ diyorlardı övünerek. O liderlerden bir tanesine ‘Serok’ diye hitap ediyorlardı. Kürt meselesi konusunda kendilerinin çizgisinde değil diye. DEM Parti ile biz bayramlaşıyoruz diye bize ‘Kanlı ellerle tokalaşıyorsunuz’ diyorlardı. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi onlara ana muhalefet olarak bütün dünyanın önünde öyle demokratik bir şamar attı ki; bir anda hain dediklerini çay içmeye, katil dediklerini sohbet etmeye çağırmışlar. Bu çağrı doğrudur. Keşke geçen sene ekimde de DEM Parti’yi çağırabilseydiler. Ondan önceki ekimde de çağırabilseydiler. Bayramlarda Deva’ya, Gelecek’e ‘hain’ deyip bayramlaşma planından çıkarmasalardı.

"DÜŞMANI YOKSA ERDOĞAN DA YOKTUR"

Biz AK Parti’nin yanında olmamak istediğimiz için, bize yapılan bu zulümden dolayı orada yoktuk. Yer alan herkese, davete icabet eden herkese yapılan muameleye hep itiraz ettim. Siyasette normali budur. Bunun adını da 47 yıl sonra birinci parti olduğu gün, Cumhuriyet Halk Partisi koymuştur. Bu ülkeyi 23 yıldır yöneten Erdoğan, hiçbir bayramda, hiçbir özel günde, tüm partileri birden arayacak ve davet edecek bir yüce gönüllülüğü yerine getirmemiştir, getiremez. Ama biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak 47 yıl sonra birinci parti olduk, o dahil bütün partilerle bayramlaşan, o dahil bütün liderleri ziyaret eden ve bütün liderlerden ziyaret alan bir parti olduk. Biz ‘Normali budur’ dedik, adı normalleşme kaldı. Erdoğan’ın o gün de düşmanları vardı, bugün de düşmanları var.

Çünkü Erdoğan düşmanı olmadan siyaset yapamayan birisi. Neden? Çünkü onun kendine ait bir doğruluk pusulası yok. O bir düşman belirleyecek, karşısına geçecek, orayı şeytanlaştıracak, kendi arkasını kalabalıklaştıracak. Bu siyaset; düşman, kin ve nefret siyasetidir. Cumhuriyet Halk Partisi gibi ülkeyi kurmuş bir partinin kapsayıcı siyasetinden daha öğrenecek çok şeyi var. 40 fırın ekmek yese, bizim kazandığımız gece gösterdiğimizi gösteremeyecek durumdadır. Çünkü kindardır, çünkü hazımsızdır. 40 fırın ekmek yese bizim düşmansız siyaset tarifimizi anlayamayacak durumdadır. Çünkü düşmanı yoksa Erdoğan da yoktur.

"SLOGANLARIN ATILMASININ NORMAL GÖRMESİ DOĞRU DEĞİL"

Öcalan sloganlarının Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında, dışarıdan gelen kişiler bir takım sloganlar attı diye bunu tutup da başka bir meseleye evriltmek doğru değil. Ancak o alanların özenli yönetilmesi gerekir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bu sloganların atılmasına hiçbirimizin müsamaha göstermesi, normal görmesi doğru değil. Madem bir süreç yürütülüyor, adım adım doğru işler yapılması bekleniyor, bununla ilgili hepimiz elimizi taşın altına koymuşuz, hamaset yapmıyoruz, husumet yaratmıyoruz ve doğru bir yerden bir barış sürecinin örülmesine, bunun da demokratikleşerek olmasına, bunun Kürt sorununu çözmesine katkı sağlamaya çalışıyoruz. Ona katkı sağlayacak bir süreç yürütümüne ve özene ihtiyaç var. Bu özenden fedakarlık edilmiştir. Özenli davranılmamıştır.

“GAZZE YÖNETİMİNDE FİLİSTİN SÖZ SAHİBİ OLMALIDIR”

Sonuçta adil bir barış süreci yürümediğini söylemiştik. Ancak en kötü barışın savaştan iyi olduğunu da ben de söyledim, değerli arkadaşlarım da söyledi. Bir anlaşmaya varılmasını memnuniyetle karşılıyoruz. Ateşkes varsa biz orada varız bir kere. Çünkü ateşkes varsa çocuk ölümü yoktur, kadın ölümü yoktur, masum sivillerin ölümü yoktur. Biz oradayız. Bundan sonra can kaybı yaşanmayacak olmasından, başarıya ulaşması durumunda elbette memnuniyetle karşılıyoruz. Bir an önce insani yardımların hızla, yeterli bir şekilde ulaştırılmasının sağlanması lazım. Hızlı, etkin tıbbi yardıma ihtiyaç var. Bunun sağlanması gerekiyor. Türkiye’nin bu konuda bir katkısı olabilecekse biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu katkıya, desteğe hazırız bugünden. Bundan sonraki süreçte Gazze yönetiminde Filistinlilerin söz sahibi olması lazım. Halen daha Gazze’nin tamamının Filistinlilere bırakılmayıp, orada bir İsrail gücünün bulundurulacak olması endişe vericidir. Filistinlilerin bulunduğu her yerin etrafının İsrail güçleriyle çevrili tutulacak olması geleceğe yönelik olarak endişe vericidir. Gazze şeridi, Filistinlilerindir ve Filistinlilere bırakılmalıdır. Bundan sonraki süreçte Gazze’nin kaynaklarının Batılı devletler ve İsrail tarafından sahiplenildiği, Filistinlilerin de geri kalan işleri yapıp, sanki yardımcı hizmetlerde görevlendirileceği bir düzen adil bir düzen olmaz. Bir yandan Gazze’nin İsrail tarafından işgali tamamen hukuksuzdu, uluslararası hukuka aykırıydı. Şimdi bunun yapılmayacak olması önemlidir ama oradan çekilmeleri gerekir.

Bir yandan İsrail işgaline kısman ‘dur’ denip, bir yandan da Trump’ın orayı gidip ilhak etmesine sebebiyet verecek bir planın da doğru ve nihai bir plan olmadığını düşünüyoruz. Orası Amerika tarafından ilhak edilip, Trump tarafından oraya kendi hayallerindekilerin inşa edilip, önündeki hidrokarbon yatakları noktasından da Trump’ın orada kurduğu hayallerin önüne dünyanın vicdanının geçmesi gerekir. Biz bunların hepsini bu hafta sonu yapacağımız Sosyalist Enternasyonal toplantısında da konuşacağız. Bir yandan bir savaş suçlusu olan, insanlık suçu işleyen Netanyahu'ya ‘kahraman’ diyen Trump’a bu konuda hem uluslararası kamuoyunun hem Türkiye’nin söyleyecek sözü, aşmaması gereken bir sınır olması gerektiğini düşünüyoruz.

DEMİRTAŞ SORUSUNA YANIT: AİHM KARARLARI UYGULANMALI

Son derece yanlış bir iş. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları Türkiye açısından bağlayıcıdır. Bu kararların tanınıp, başta Sayın Kavala, 9 yıldır haksız yere içeride tutuluyor. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer siyasi tutsakların serbest kalması gerekirdi. Bunun için hani iyi bir iş yaparken gösteremedikleri beceriyi böyle hukukun kötüye kullanımında deveye hendek atlatıyorlar. ‘O kararlar alındığında tutukluymuş da şimdi hükümlüymüş. O karar şunu bağlarmış da şimdi bilmem neymiş’ diyerek uzattıkça uzattılar. Bir sürecin içindeyiz. Eğer demokratik siyasetin önü açılacaksa, bu DEM tarafında Selahattin Demirtaş ile olur. Bu toplumun büyük beklentisi, DEM’in büyük beklentisi, Kürt vatandaşlarımızın büyük beklentisi, demokratik siyaset isteyen herkesin beklentisidir. Burada bu başvuruyu yapmanın sana ne faydası var, memlekete ne faydası var? Yanlış yaptılar. Bunu son derece hatalı buluyorum. Bir an önce AİHM kararlarının da Anayasa Mahkemesi kararlarının da hızla uygulanması, zaten Anayasa’ya uymanın gereğidir. Kendi anayasasına uymayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu konuda yapmış oldukları o itirazın da süreç açısından son derece samimiyetsiz olduklarını değerlendiriyorum."



Sayfa Adresi: http://www.gercekizmir.com/haber/Ozel-den-operasyon-tepkisi-Torbaci-yok-bir-torba-var-/180067