30 Ekim 2020`de meydana gelen Sisam–Kuşadası Körfezi Depremi`nin üzerinden beş yıl geçti. Merkez üssü oldukça uzak olmasına rağmen İzmir`in yoğun biçimde etkilendiği bu deprem, kentimiz için ciddi bir uyarı niteliğindeydi. 117 yurttaşımızı yitirdiğimiz acı kaybın ardından, kentlinin ihtiyaç duyduğu adımların atılması beklenirken; ne yazık ki alınan kararlar ve yürütülen uygulamalar sorunu çözmek bir yana, daha da derinleştirmiştir. Merkezi Yönetim: Bütüncül Planlama Yerine Piyasa Odaklı Konut Üretimi Deprem sonrası merkezi yönetim, bütünlüklü bir kentsel dönüşüm politikası geliştirmek yerine, süreci TOKİ aracılığıyla yürütmeyi tercih etmiştir. Bakanlık, geçmişte felakete konu olmuş orman alanı tüm uyarılara rağmen alelacele yapılaşmaya açmış ve yıkılan bölgelerde parsel bazlı plan değişiklikleriyle çevresini yok sayarak konut üretmiştir. Depreme dayanıksız mevcut konut alanlarını dönüştürmek yerine, çoğu zaman üst ölçekli planlarda konut olarak dahi öngörülmeyen bölgelerde yeni yerleşimler üretmiştir. Örneğin, şehir hastanesi çevresindeki orman alanında yaklaşık 5.000 konut inşa edilmiştir. Bayraklı`da yıkılan bazı binalar haricinde, TOKİ`nin İzmir`de bir bölgeyi bütünlüklü biçimde dönüştürdüğü bir örnek bulunmamaktadır. Bugün TOKİ`nin ürettiği konutlar, kamu eliyle yürütülüyor gibi görünse de piyasa değerlerinin belirleyicisi haline gelmiş; dar gelirli kesimlerin erişimini zorlaştırmıştır. Konut, bir barınma hakkı olmaktan çıkarak yatırım aracına dönüşmüştür. Deprem sonrası şehir hastanesi etrafında ve Bayraklı merkezde TOKİ tarafından üretilen konutlarda çok sayıda satılık ilanı bulunması bunun en somut göstergesidir. Sosyal konut amacına uygun bir çözüm, TOKİ`nin bu konutları uygun fiyatlarla kiraya vermesi ve bu modeli yaygınlaştırmasıyla mümkündür. Yerel Yönetimler: Kat Artışıyla Çözüm Arayışı ve Riskin Derinleşmesi Yerel yönetimler ise sorunu, kat artışı uygulamalarıyla çözmeye yönelmiştir. Ancak fiilen geçerliliğini yitirmiş, jeolojik–jeoteknik etüt raporları dahi bulunmayan planlarda yapılan bu artışlar, mevcut kararları yok sayarak afet riskini büyütmüştür. Beş yılın sonunda, konuyu yalnızca kat artışıyla çözmeyi düşünen anlayışın işe yaramadığı açıkça görülmüştür. Bilimsel temeli olmayan ve kent suçu niteliği taşıyan bu uygulamalar, hasar gören binaların çok küçük bir kısmının yeniden yapılmasına yetmiş; yalnızca birikimi olan veya borçlanmayı göze alabilen sınırlı kesimi etkileyebilmiştir. Yoksul yurttaşların büyük bölümü için bu "çözüm" tamamen erişilemez kalmıştır. Kentlerin Yeniden İnşası İçin Toplumcu ve Kamucu Planlama TOKİ`nin yeni alan üretme odaklı politikaları ile yerel yönetimlerin kat artışına dayalı müdahaleleri, toplumsal gereksinimleri yok sayan ve bilimsel temellere dayanmayan yaklaşımlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Her iki anlayış da konutu kamusal bir hak olmaktan çıkararak piyasa mantığına teslim etmekte, krizi daha fazla derinleştirmektedir. Gerçek bir sosyal konut politikası, mülkiyetin kamuya ait olduğu, vatandaşın yalnızca kullanım hakkına sahip olduğu, kamu kaynaklarının halkın güvenliği için kullanıldığı bir modelin hayata geçmesini zorunlu kılmaktadır. Kamu kaynaklarının, belirli bir kesiminin vergi indirimleri yerine halkın gerçek sorunları için kullanılması yaşamsal bir zorunluluktur. Bunu talep etmek, en doğal yurttaşlık hakkıdır. Aksi hâlde, 6 Şubat 2023 depremleri sonrasında 11 kenti etkileyen yıkımın benzeri, olası bir depremde İzmir ve yakın çevresinde son derece olumsuz bir tabloya neden olacaktır. Odamız tarafından 2023 yılında yayımlanan "Seçimler Öncesinde Söyleyecek Çok Sözümüz Var" raporu, konut sorununun ülkemizde nasıl ele alınması gerektiğine ilişkin somut ve uygulanabilir çözüm önerileri ortaya koymaktadır. Geçtiğimiz 5 yıllık süreçte, planlamanın bir meslek alanı olarak öneminin anlaşılmasını beklerken, bilim ve etiğe karşı alınan kararlar ve şehircilik ilkelerinden yoksun uygulamalar ile ne kadar itibarsızlaştırıldığına tanık olduk. Şehircilik ve mühendislik bilimlerinin temel ilkeleri ve uyarıları dikkate alınmadığı bu duruma karşı, adil, güvenli ve sağlıklı kentlerde yaşama mücadelesinden vazgeçmedik. Doğa olaylarının afete dönüşmemesi için yaşanabilir, dirençli kentler kurmak amacıyla mesleğimizin ilke ve esaslarını yüksek sesle ifade etmeye devam edeceğiz. Kaybettiğimiz tüm canları saygıyla anıyoruz.