CHP, 'süreç komisyonu' raporunu Meclis'e sundu

18 Aralık 2025 Perşembe   13:06

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 'Terörsüz Türkiye' adı altında başlatılan sürece ilişkin Meclis'te kurulan Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu raporunu Meclis Başkanlığı'na iletti.

CHP'nin raporu, Grup Başkan Vekili Murat Emir tarafından bugün saat 12.00'de TBMM Başkanlığı'na sunuldu.

İŞTE RAPORUN AYRINTILARI

CHP'nin komisyona sunduğu raporun ayrıntıları belli oldu.

Rapor, "Cumhuriyet Halk Partisi, Kürt sorunuyla ilgili geniş kapsamlı raporları ve bu çerçevedeki çözüm önerilerini kamuoyuyla paylaşan ilk parti olarak, komisyonun oluşturulma biçimini (Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının çağrısı ile) onaylamamasına rağmen, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonuna katılmakta tereddüt göstermemiştir" ifadeleriyle başladı. 

İşte raporda yer alan ayrıntılar:

"Komisyonun kanunla kurulması daha doğru bir yaklaşım olurdu. Böylece çalışma usul ve esaslarıyla birlikte Komisyona davet edilecek kişilerin ifade özgürlüğüne ilişkin birtakım güvencelerin sağlanması gibi önemli hususlar açısından, otosansüre gerek duyulmadan, daha özgür ve şeffaf çalışmanın altyapısı oluşturulurdu. Maalesef, bu önemli çalışma sırasında, serbest bir müzakere ve paylaşım ortamı oluşturulamamıştır. Komisyonun çalışmaları sırasında Barış Anneleri temsilcilerinin Kürtçe konuşmalarına izin verilmemesi, seçilmiş belediye başkanlarına karşı Anayasa ve kanunlara aykırı bir şekilde yargı tarafından yürütülen siyasi operasyonlar gibi anti demokratik uygulamalara devam edilmesi Komisyona olan güveni zedelemiştir.

Ayrıca Komisyonun geniş bir yetkiyle çalışması, halkın siyaset kurumuna ve sürece güvenini artırmak açısından büyük bir önem taşımaktaydı. Ancak çalışma usul ve esaslarda geniş bir çalışma kapsamı belirlenmiş olmasına rağmen, ilk toplantıda, Komisyona egemen olan anlayış, Kürt sorununu; sadece terör meselesi ve bu çerçevede silahların bırakılması ve eve dönüş ile sınırlı olarak ele alma gayretinde olmuştur.

Değerli tecrübeler ve uzmanlıklar Komisyon çalışmalarına katkı sunmuş, ancak Komisyonun bu dinlemeler sonucunda hangi adımları atmaya karar vereceği tartışılamamıştır. Çatışma çözümü alanında çalışan sivil toplum örgütlerinin Komisyon çalışmalarına yalnızca bir defalık değil, düzenli ve etkin katkı verebilmeleri için mekanizmalar kurulmuş olması halinde, sürecin toplumsallaşması da sağlanabilirdi. Çalışma sadece hazırlanacak olan rapora işaret edilerek yürütülmüş, bütün bu sürede faydalı olabilecek adımların atılmasından kaçınılmıştır. Örneğin Cumartesi Annelerinin Galatasaray Meydanı’nda açıklama yapmalarına, Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına rağmen izin verilmemiş, kayyım uygulaması geri çekilmemiş, hasta tutuklularla ilgili adım atılmamış, kent uzlaşısı davaları ve bu kapsamda tutukluluklar sürdürülmüş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları uygulanmamıştır. Bu örnekler çoğaltılabilir. Oysa Kürt sorununun çözümü toplumsal barışın bütüncül bir anlayışla inşasından geçmektedir. Bu da ancak demokratik reformların yapılarak, hukuk devletinin yeniden inşası ile mümkündür.

Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti, eşit yurttaşlık 86 milyonun ihtiyacıdır. Hiçbir yurttaşın kendini güvende hissetmediği, kurulan birkaç cümlenin Cumhurbaşkanına fiili saldırı sayılıp tutuklama nedeni haline getirilebildiği, siyasi nedenlerle aydınların, gazetecilerin, sivil toplum liderlerinin tutuklandığı, Anayasada ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının keyfi olarak sınırlandırılabildiği bu ülkede; hak, hukuk ve adalet tüm yurttaşların ortak talebidir. Toplumsal barışın eşit yurttaşlık temelinde sağlanması tüm yurttaşlarımızın beklentisidir. Türkiye’de demokratikleşmeyi gerçekleştirmek ve adalet sorununu çözmek üzere atılması gereken adımların Kürt sorunuyla sınırlı tutmayan, ancak Kürt sorununu da dışlamayan bir bakış açısıyla planlanması gerekmektedir.

Hukuk devleti kavramı, bilindiği üzere, vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulundukları, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasının önceden ilan edilen sıkı şartlara bağlı olduğu, siyasi iktidarın eylem ve işlemlerinin yargısal denetime tabi olduğu sistem şeklinde ifade edilebilir. Tarihsel süreçte yaşanan tecrübeler, hukuk devleti ilkesinin var olabilmesi için birtakım koruyucu mekanizmalar ile donatılması gerektiğini göstermiştir. Bu bağlamda, her şeyden önce, devletin yasama, yürütme ve yargı erklerini, önceden belirlenmiş ve ilan edilmiş hukuk kurallarıyla sınırlayan mekanizmaların mevcut olması gerekmektedir. Aksi halde var olan devlet yapısı, “anayasal devlet” yerine sadece hukuk devleti kavramını özümseyememiş “anayasalı devlet” olarak tanımlanabilir.

Bugün Türkiye’de yaşanan tam olarak budur. Ülkemizde; sistematik olarak Anayasanın, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının, sadece yürütme organı değil, yargı makamları tarafından bile dikkate alınmadığı ve uygulanmadığı bir “anayasasızlaştırma projesi” yürürlüktedir. Tek adam rejimi, iktidarını bir gün daha uzatabilmek için anayasayı fiilen ortadan kaldıracak hiçbir adımdan çekinmemektedir.

Türkiye’nin bugün yaşadığı adaletsizlik ve hukuksuzluk sorunlarının birçoğu, yürürlükteki Anayasadan değil, bu Anayasadaki temel hak ve özgürlüklerin, asgari standartlarda dahi uygulanmamasından ve yargıya siyasi müdahalelerden kaynaklanmaktadır. Bu da siyasal sistemin birinci aktöründen başlamakta, en alta kadar sirayet etmektedir. 2017 referandumu ile Türk Tipi Başkanlık Sistemi denilen tek adam rejimi inşa edilmiştir. Cumhurbaşkanı son derece genişletilmiş yetkilere kavuşmuş olmasına rağmen kendini mevcut anayasa ile de bağlı görmemekte, sürekli anayasal sınırları zorlamaktadır. Bunu taklit eden diğer idari makamların ve yargı makamlarının kendilerini anayasa ve hukuk kuralları ile bağlı görmemesi ne yazık ki sıradan uygulamalar haline gelmiştir. Böylece Türkiye’de adeta ikili bir hukuk sistemi oluşturulmuş durumdadır:

''MAKBUL VATANDAŞ HUKUKU, MUHALİF VATANDAŞ HUKUKU''

-Hiçbir şekilde hukuk kuralları ile bağlı olmayan, işlediği suç cezasızlık uygulamalarıyla yanına kar kalan makbul vatandaş hukuku

- Sürekli tehdit olarak kodlanan, her türlü temel hak ve özgürlüklerini kullanma girişimleri şiddetle bastırılan muhalif vatandaş hukuku. 

Bu ikili hukuk sistemi, barınma hakkı talep eden üniversite öğrencisini de, asgari ücretin artırılması talebiyle sokağa çıkan işçiyi de, kadın cinayetlerine dur demek için toplanan kadınları da, faili meçhul cinayetlerde kaybettikleri evlatları için Galatasaray meydanında toplanan Cumartesi Annelerini de aynı şekilde ve ölçüde mağdur etmektedir. İkili hukuk, kendini ifade etmek ya da hakkını aramak çabasındaki sıradan vatandaştan başlamakta, Türkiye’nin birinci partisinin kapatılmasının talep edilmesine kadar varan geniş bir alanı kapsamaktadır. İkili hukuk sisteminin ortadan kaldırılması için anayasa ve yasa değişikliği ihtiyacından önce, anayasa ya uyulması ve yürürlükteki hukuk kurallarının nesnel olarak uygulanması yeterli olacaktır. Yani, en yalın hali ile siyasal iktidarın keyfiliğinin sınırlanması anlamında demokratik hukuk devleti ilkesinin geçerliliğinin kabulü yeterlidir. Çünkü bu uygulamaların kaynağı tam olarak siyasal iktidarın keyfiliği ve yargı bağımsızlığını hiçe sayan hoyratlığıdır.

Bununla birlikte; Cumhuriyet Halk Partisi demokratikleşme ve toplumsal barışın inşasının önündeki engel olarak sadece uygulama problemlerini değil, ivedilikle değiştirilmesi gereken anti demokratik yasal düzenlemeleri de görmektedir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin çabalarıyla Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun ilk toplantısında tüm siyasi partiler tarafından anayasa değişikliği çalışmalarının kapsam dışı bırakıldığının açıklanması önemli bir adımdır.

''YARGI ÜZERİNDEKİ SİYASİ BASKIYA SON VERİLMELİDİR''

Altının önemle çizilmesi gerekir ki, fiili olarak anayasayı askıya almış bir iktidarla, ifade özgürlüğünün olmadığı bir ortamda anayasa yapılamaz. Anayasanın uygulanmasının önündeki tüm engeller kaldırılmalı, yargı üzerindeki tüm siyasi baskılara derhal son verilmelidir.

Bu Rapordaki öneriler, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından hazırlanarak 12 Ağustos 2025 tarihinde yayımlanan ve 29 Başlıktan oluşan Demokratikleşme Paketindeki kanun değişiklikleri ile uygulamadaki sorunların giderilmesi taleplerini içermektedir. Bu talepler, sorunun çözülebilmesi için tüm adımları kapsamamakla birlikte, toplumun sürece ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sorun çözme kapasitesine dair güvenini artıracak adımlardan ibarettir. Kuşkusuz, demokratikleşme fikrini reddetmek ya da belirsiz bir tarihe ötelemek, meseleye yalnızca terörün bitirilmesi amacıyla bakanlar açısından dahi, büyük bir yanılgı olacaktır. Zira bugün yürürlükteki hukuk sistemi ve uygulamaya göre kimin terörist olup kimin olmadığı keskin çizgilerle belirlenmiş değildir. Gerçek ve kalıcı bir çözüme, tam da bu nedenle sadece devlet ve terör örgütü arasındaki görüşmelerle değil, halkın güveni ve desteğini artıracak, halkın demokrasi ve barışa dair umutlarını artıracak adımlarla ulaşılabilir. Aksi halde çözümden uzaklaşılacak ya da en azından çözümün kalıcılaşmasının önüne geçilecektir.

Bu kapsamda; öncelikle hukuk devletinin tüm kural ve kurumları ile işler hale getirilmesine yönelik yasal öneriler geliştirilerek demokratik standartların yükseltilmesi, Kürt sorununun çözülmesi ve toplumsal barışın sağlanması, her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması, tutukluluğun istisna olmasının sağlanması, infaz rejiminin düzeltilmesi başta olmak üzere anti demokratik tüm yasal düzenlemelerin ve uygulamaların son bulmasına yönelik önerilerimizi Komisyonun ve kamuoyunun dikkatine sunarız..."



Sayfa Adresi: http://www.gercekizmir.com/haber/CHP-surec-komisyonu-raporunu-Meclis-e-sundu/184229